بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّ ٱلۡمُتَّقِينَ فِي جَنَّٰتٖ وَعُيُونٍ ٤٥
Elbette müttakīler, cennetler, pınarlar içinde.
Kötülükten sakınanlar ise, cennetteler ve pınar başlarındadırlar.
Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.
ٱدۡخُلُوهَا بِسَلَٰمٍ ءَامِنِينَ ٤٦
Girin onlara selâmetle emîn emîn.
Onlara «Esenlikle ve güven içinde oraya giriniz» denir.
Onlara, "Girin oraya esenlikle, güven içinde" denilir.
وَنَزَعۡنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنۡ غِلٍّ إِخۡوَٰنًا عَلَىٰ سُرُرٖ مُّتَقَٰبِلِينَ ٤٧
Sînelerindeki kinleri soymuşuzdur da ihvan olarak köşkler üzere karşı karşıya otururlar.
Biz cennetliklerin kalplerindeki tüm kin tortularını çekip çıkardık, onlar orada karşılıklı koltuklarda oturan kardeşlerdir.
Biz onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.
لَا يَمَسُّهُمۡ فِيهَا نَصَبٞ وَمَا هُم مِّنۡهَا بِمُخۡرَجِينَ ٤٨
Orada kendilerine hiçbir zahmet dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değildirler.
Onlar orada bıkkınlık hissetmezler, oradan çıkarılmaları da sözkonusu değildir.
Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.
۞ نَبِّئۡ عِبَادِيٓ أَنِّيٓ أَنَا ٱلۡغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ ٤٩
Haber ver kullarıma ki hakikat Ben, Benim öyle Gafûr, öyle Rahîm.
Ey Muhammed, kullarıma haber ver ki, ben gerçekten affediciyim, merhametliyim.
Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ ٱلۡعَذَابُ ٱلۡأَلِيمُ ٥٠
Bununla beraber azâbım da azâb-ı elîm.
Fakat azabım da son derece acıklı bir azaptır.
Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.
وَنَبِّئۡهُمۡ عَن ضَيۡفِ إِبۡرَٰهِيمَ ٥١
Hem onlara İbrâhim’in müsafirlerinden bahset.
Onlara İbrahim'in konukları hakkında da bilgi ver.
Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
إِذۡ دَخَلُواْ عَلَيۡهِ فَقَالُواْ سَلَٰمٗا قَالَ إِنَّا مِنكُمۡ وَجِلُونَ ٥٢
O vakit ki yanına girdiler de, “selâm” dediler; “biz” dedi, “sizden cidden korkuyoruz”.
Hani İbrahim'in yanına girip selâm verdiklerinde O «Biz sizden korkuyoruz» dedi.
Hani misafirler İbrahim'in yanına girmiş ve "Selam" demişlerdi. O da, "Gerçekten biz sizden korkuyoruz" demişti.
قَالُواْ لَا تَوۡجَلۡ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٖ ٥٣
“Korkma” dediler, “biz sana alîm bir oğul tebşir ediyoruz”.
Onlar «Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdeliyoruz.»
Onlar, "Korkma, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
قَالَ أَبَشَّرۡتُمُونِي عَلَىٰٓ أَن مَّسَّنِيَ ٱلۡكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ ٥٤
“Beni mi” dedi, “tebşir ettiniz? Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artık beni ne suretle tebşir edersiniz?”.
İbrahim «Hayli ilerlemiş yaşıma rağmen mi bana bu müjdeyi veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjde veriyorsunuz?» dedi.
İbrahim, "Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi müjdeliyorsunuz?" dedi.
قَالُواْ بَشَّرۡنَٰكَ بِٱلۡحَقِّ فَلَا تَكُن مِّنَ ٱلۡقَٰنِطِينَ ٥٥
“Seni” dediler, “emr-i Hak ile tebşir ettik, onun için ümidi kesenlerden olma”.
Onlar dediler ki «Sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz, sakın umutsuzlardan olma.»
"Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizlerden olma" dediler.