بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓمٓ ١
Elif, Lâm, Mîm.
Elif, Lam, Mim.
Elif Lâm Mîm.
Elif, Lâm, Mîm.
Elif, lam, mim.
تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْحَكِيمِ ٢
Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri.
Bunlar Hakim kitabın ayetleridir.
(2-3) Bunlar, hikmet dolu Kitab’ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
İşte bunlar, o hikmet dolu kitabın âyetleridir.
Bunlar, hikmetli Kitab'ın ayetleridir.
هُدًى وَرَحْمَةً لِّلْمُحْسِنِينَ ٣
Hidayet ve rahmet için o (güzellik yapan) muhsinlere.
Ki o; iyi davranan kimseler için hidayet ve rahmettir.
(2-3) Bunlar, hikmet dolu Kitab’ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
Ki (her biri) ihsan erbabı için bir hidâyet ve bir rahmetdir.
Bunlar güzel davrananlara yol gösterici ve rahmettir.
ٱلَّذِينَ يُقِيمُونَ ٱلصَّلَوٰةَ وَيُؤْتُونَ ٱلزَّكَوٰةَ وَهُم بِٱلْءَاخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ٤
Ki namazı kılarlar ve zekâtı verirler, Âhiret’e de onlar yakîn edinirler.
Onlar ki; namaz kılarlar, zekat verirler ve onlar ahirete de yakınen inanırlar.
Onlar; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.
(O ihsan erbabı) ki onlar dosdoğru namazı kılanlar, zekâtı verenlerdir. Onlar âhirete yakıyn (ya'ni katî insan) haasıl edenlerin de ta kendileridir.
İşte onlar ki, namaz kılarlar, zekât verirler, ahirete de kesin olarak inanırlar.
أُوْلَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِّن رَّبِّهِمْۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ ٥
İşte bunlar Rab’lerinden bir hidayet üzeredir ve işte bunlardır o felâh bulanlar.
İşte onlar; Rabblarından bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar; felaha erenlerin kendileridir.
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler ve işte onlar, (evet) onlar felaha erenlerdir.
İşte onlar Rabb'lerinin göstermiş olduğu doğru bir yol üzeredirler ve kurtuluşa erenlerdir.
وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن يَشْتَرِى لَهْوَ ٱلْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۚ أُوْلَٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ ٦
Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, Allah yolundan bilmiyerek sapıtmak ve onu eğlence yerine tutmak için lâf eğlencesi satın alır, işte bunlara mühîn bir azâb vardır.
İnsanlar arasında bilgisizce Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte horlayıcı azab onlar içindir.
İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.
İnsanlar içinde, bilgisizce, Allah yolundan sapdırmak, o (yolu) bir eğlence edinmek için (icâd edilmiş) boş lâfa müşteri çıkan (nice) adam vardır. İşte onların, (evet) onların (hakkı) horlayıcı bir azâbdır.
İnsanlardan öyleleri var ki, herhangi bir bilgiye dayanmadan insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için gerçeği boş sözlerle değişirler. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ءَايَٰتُنَا وَلَّىٰ مُسْتَكْبِرًا كَأَن لَّمْ يَسْمَعْهَا كَأَنَّ فِىٓ أُذُنَيْهِ وَقْرًاۖ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ ٧
Karşısında âyetlerimiz okunduğu vakit de kibirlenerek ensesini döner, sanki onları işitmemiş, sanki kulaklarında bir ağırlık varmış, sen de onu elîm bir azâb ile müjdele.
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman; kulaklarında ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklük taslayarak sırt çevirir. İşte ona çok acıklı bir azabı müjdele.
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman; onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık var da büyüklenerek arkasını döner. Ona, elem dolu bir azabı müjdele.
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki bunları işitmemiş, sanki iki kulağında bir sağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir, işte onu çok acıklı bir azâb ile müjdele!
Ayetlerimiz o sapık kimseye okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklenerek sırt çevirir. İşte onu can yakıcı azapla müjdele!
إِنَّ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَهُمْ جَنَّٰتُ ٱلنَّعِيمِ ٨
Fakat iman edip de iyi işler yapanlar, şüphesiz ki onlara naîm cennetleri var.
İman edip salih amel işleyenlere; muhakkak ki Naim cennetleri vardır.
(8-9) Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedî kalacakları Naîm cennetleri vardır. Allah, (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(8-9) Hakıykat, îman edib de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (yok mu?) Naıym cennetleri — kendileri içlerinde ebedî kalıcı olmak üzere — onlarındır. Bu, Allahın gerçek va'didir. O, yegâne gaalib, yegâne hüküm ve hikmet saahibidir.
İnanıp yararlı iyi işler yapanlar için nimeti bol cennetler vardır.
خَٰلِدِينَ فِيهَاۖ وَعْدَ ٱللَّهِ حَقًّاۚ وَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ ٩
İçlerinde muhalled olmak üzere onlar, hakkâ Allah’ın vaadi bu, ve Aziz odur Hakim O.
Orada devamlı kalırlar. Bu, Allah'ın hak vaadidir. Ve O; Aziz'dir, Hakim'dir.
(8-9) Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedî kalacakları Naîm cennetleri vardır. Allah, (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(8-9) Hakıykat, îman edib de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (yok mu?) Naıym cennetleri — kendileri içlerinde ebedî kalıcı olmak üzere — onlarındır. Bu, Allahın gerçek va'didir. O, yegâne gaalib, yegâne hüküm ve hikmet saahibidir.
Orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. O güçlüdür, hakimdir.
خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَاۖ وَأَلْقَىٰ فِى ٱلْأَرْضِ رَوَٰسِىَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍۚ وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءً فَأَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ ١٠
Gökleri direksiz yarattı onları görüyorsunuz arz’a da sizi çalkalar diye ağır baskılar bıraktı ve onda her bir hayvandan öretti, hem gökten bir su indirdik de her hoş çeşitten yetiştirdik.
Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.
Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.
O, (şu) görüb durduğunuz gökleri direksiz yaratdı. Yere, sizi sarsar diye, ağır baskılar koydu. Orada (yerde) her bir canlıdan (nice çeşidler) yaydı. Biz gökden de su indirdik de (yerde) her sınıf (dan) güzel nebatlar yetişdirdik.
Gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip orada her sınıf güzel nebatlar yetiştirmişizdir.