بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَا يُغۡنِي عَنۡهُ مَالُهُۥٓ إِذَا تَرَدَّىٰٓ ١١
Ve yuvarlandığı zaman onu malı kurtaramayacak.
Halbuki düştüğü zaman, malı o kimseye asla fayda vermez.
Cehenneme yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.
O, helak olduğu zaman malı kendisine asla fâide vermez.
Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz.
إِنَّ عَلَيۡنَا لَلۡهُدَىٰ ١٢
Her halde doğruyu göstermek bize.
Şüphesiz ki, Bizim üzerimizedir hidayet.
Şüphesiz bize düşen sadece doğru yolu göstermektir.
Şübhesiz bize âid olan, her halde doğru yol (u göstermekdir).
Doğru yola iletmek bize aittir.
وَإِنَّ لَنَا لَلۡأٓخِرَةَ وَٱلۡأُولَىٰ ١٣
Ve her halde sonu da bizim önü de (Âhiret de Dünyada).
Ve hiç şüphesiz ahiret de, dünya da Bizimdir.
Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.
Elbet âhiret de, dünyâ da bizimdir.
Şüphesiz ahiret de dünya da bize aittir.
فَأَنذَرۡتُكُمۡ نَارٗا تَلَظَّىٰ ١٤
Ben size bir ateş haber verdim ki köpürdükçe köpürür.
Sizi alevler saçan ateşle uyardım.
Sizi alevler saçan ateşe karşı uyardım.
İşte ben size alevlendikce alevlenen bir ateş (in tehlikesin) i haber verdim.
Ben sizi alev saçan bir ateşe karşı uyardım.
لَا يَصۡلَىٰهَآ إِلَّا ٱلۡأَشۡقَى ١٥
Ona ancak en şakî olan yaslanır.
Oraya ancak en azgın olan girer.
(15-16) O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.
Ki ona en bedbaht olandan başkası girmez.
Ona ancak bedbaht kimse girer.
ٱلَّذِي كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ ١٦
O, ki tekzib etmiş ve tersine gitmiştir.
Yalanlayıp yüz çevirmiş olan,
(15-16) O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.
(öyle bedbaht ki) o, hakkı yalanlamış, (îmandan) yüz çevirmişdir.
O ki yalanladı ve döndü.
وَسَيُجَنَّبُهَا ٱلۡأَتۡقَى ١٧
O en müttakî olan ise ondan uzaklaştıkca uzaklaşdırılacaktır.
En çok sakınan ise; ondan uzak tutulur.
(17-18) Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
(17-18) Halbuki çok sakınan, malını (Allah nezdinde sırf) temizlenmek için veren ondan uzaklaşdırılacakdır.
En çok korkan ondan uzak tutulur.
ٱلَّذِي يُؤۡتِي مَالَهُۥ يَتَزَكَّىٰ ١٨
O, ki malını verir, tezekkî eder.
Ki o, malını temizlemek için verir.
(17-18) Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
(17-18) Halbuki çok sakınan, malını (Allah nezdinde sırf) temizlenmek için veren ondan uzaklaşdırılacakdır.
O ki malını Allah rızası için vererek arınır, yücelir.
وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُۥ مِن نِّعۡمَةٖ تُجۡزَىٰٓ ١٩
Ve onda hiç kimsenin mükâfat edilecek bir nimeti yoktur.
O'nun nezdinde, bir kimsenin karşılık olarak verilecek hiç bir nimeti yoktur.
(19-20) O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).
Onun nezdinde bir kimsenin (Allah tarafından) mükâfat edilecek — hiçbir ni'met (ve minnet) i yokdur,
O yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için yapmaz.
إِلَّا ٱبۡتِغَآءَ وَجۡهِ رَبِّهِ ٱلۡأَعۡلَىٰ ٢٠
Ancak Rabbi âlâsının rızasını aramak için verir.
Ancak yüce Rabbının hoşnudluğunu gözetmek içindir.
(19-20) O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).
O, (bunu) sırf O çok yüce Rabbinin rızaasını aramak (için yapmışdır).
Ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapar.
وَلَسَوۡفَ يَرۡضَىٰ ٢١
Ve elbette o rızaya erecektir.
Elbette kendisi de hoşnud olacaktır.
Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.
Her halde kendisi de ileride hoşnuud olacakdır.
Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.