بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَفِرۡعَوۡنَ ذِي ٱلۡأَوۡتَادِ ١٠
Ve o kazıkların sahibi Firavun’a.
Kazıklar sahibi Firavun'a,
(6-10) (Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi?
o kazıklar saahibi «Fir'avn» e.
ve kazıklar sahibi Firavun'a.
ٱلَّذِينَ طَغَوۡاْ فِي ٱلۡبِلَٰدِ ١١
Onlar ki memleketlerde tuğyan etmişlerdi de.
Ki bunlar, memleketlerde azgınlık etmişlerdi.
(11-12) Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi.
Ki (bütün) bunlar memleketler (in) de azgınlık edenlerdi.
Bunlar ülkelerinde azmışlardı.
فَأَكۡثَرُواْ فِيهَا ٱلۡفَسَادَ ١٢
Onlarda fesadı çoğaltmışlardı.
Ve fesadı çoğaltmışlardı.
(11-12) Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi.
O suretle ki oralarda fesadı çoğaltmışlardı.
Oralarda çok kötülük etmişlerdi.
فَصَبَّ عَلَيۡهِمۡ رَبُّكَ سَوۡطَ عَذَابٍ ١٣
Onun için Rabbin de üzerlerine bir azâb kamçısı yağdırıverdi.
Bu sebeple Rabbın onları, azab kırbacından geçirdi.
Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.
Bundan dolayı Rabbin de üzerlerine bir azâb kamçısı yağdırıverdi.
Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı
إِنَّ رَبَّكَ لَبِٱلۡمِرۡصَادِ ١٤
Şüphesizki Rabbin öyle mırsad ile gözetmektedir.
Doğrusu Rabbın hep gözetlemekteydi.
Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.
Çünkü Rabbin şübhesiz ki rasad yerindedir.
Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir.
فَأَمَّا ٱلۡإِنسَٰنُ إِذَا مَا ٱبۡتَلَىٰهُ رَبُّهُۥ فَأَكۡرَمَهُۥ وَنَعَّمَهُۥ فَيَقُولُ رَبِّيٓ أَكۡرَمَنِ ١٥
Amma insan, her ne zaman Rabb’i onu imtihan edip de ona ikram eyler, ona nimetler verirse, o vakit Rabbim bana ikram etti der.
Ama insan; Rabbı kendisini deneyip kerem eder ve nimet verirse: Rabbım beni şerefli kıldı, der.
İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.
Amma insan, ne zaman Rabbi onu imtihaan edib de kendisine (lütf-ü) kerem (iyle muaamele) eder, ona ni'metler verirse «Rabbim beni şerefli kıldı» der!
Rabbin denemek için bir insana iyilik edip, nimet verdiği zaman o: «Rabbim beni şerefli kıldı» der.
وَأَمَّآ إِذَا مَا ٱبۡتَلَىٰهُ فَقَدَرَ عَلَيۡهِ رِزۡقَهُۥ فَيَقُولُ رَبِّيٓ أَهَٰنَنِ ١٦
Amma her nezaman da imtihan edip rızkını daraltırsa o vakit de Rabbim bana ihanet etti der.
Ama onu denemek üzere rızkını daraltırsa: Rabbım beni fakir düşürdü, der.
Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der.
Fakat ne vakit da onu deneyerek üzerine rızkını daraltırsa şimdi de« Rabbim bana ihanet etdi» der!
Fakat onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman: «Rabbim bana hor baktı» der.
كـَلَّاۖ بَل لَّا تُكۡرِمُونَ ٱلۡيَتِيمَ ١٧
Hayır hayır doğrusu siz yetîme ikram etmiyorsunuz.
Hayır; doğrusu siz, yetime ikram etmezsiniz.
Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.
Hayır. Siz bil'akis yetime iyilik etmezsiniz.
Hayır yetime karşı cömert davranmıyorsunuz.
وَلَا تَحَٰٓضُّونَ عَلَىٰ طَعَامِ ٱلۡمِسۡكِينِ ١٨
Ve bir birinizi miskîni itame teşvik eylemiyorsunuz.
Yoksulu yedirmek için birbirinizi teşvik etmezsiniz.
Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
Yoksula yedirmek için birbirinizi kandırmazsınız.
Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi özendirmiyorsunuz.
وَتَأۡكُلُونَ ٱلتُّرَاثَ أَكۡلٗا لَّمّٗا ١٩
Halbuki mîrası öyle bir yiyiş yiyorsunuzki dermecesine.
Mirası hak gözetmeden yersiniz.
Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz.
Mirası halâl, haaram demeyib alabildiğinize yersiniz.
Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz.
وَتُحِبُّونَ ٱلۡمَالَ حُبّٗا جَمّٗا ٢٠
Ve malı öyle bir seviş seviyorsunuzki yığmacasına.
Malı da pek çok seversiniz.
Malı da pek çok seviyorsunuz.
Malı pek çok seversiniz.
Malı pek çok seviyorsunuz.