بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ثُمَّ إِنَّهُمۡ لَصَالُواْ ٱلۡجَحِيمِ ١٦
Sonra onlar muhakkak Cahîme yaslanacaklar.
Sonra onlar, muhakkak cehenneme yuvarlanacaklardır.
Sonra onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.
Sonra onlar muhakkak ve muhakkak o alevli cehenneme gireceklerdir.
Sonra onlar, şüphesiz cehenneme sürükleneceklerdir.
ثُمَّ يُقَالُ هَٰذَا ٱلَّذِي كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ١٧
Sonra da denecek: işte bu, sizin o tekzîb edip durduğunuz.
Sonra da onlara; yalanlayıp durduğunuz işte budur, denilecektir.
Sonra da onlara, “Yalanlamakta olduğunuz işte budur” denecektir.
Sonra da (onlara) «İşte (bu azâb) sizin yalan saymakda devam etdiğiniz şeydir» denilecek.
Sonra da onlara: «İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir» denilecek.
كـَلَّآ إِنَّ كِتَٰبَ ٱلۡأَبۡرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ ١٨
Hayır hayır: Çünkü ebrarın yazısı illiyyîndedir.
Doğrusu iyilerin kitabı, İlliyyin'dedir.
Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.
Hakkaa ki iyilerin (amel) kitab (lar) ı, hiç şübhesiz «İlliyyîn» dedir.
Fakat iyilerin yazısı İlliyyin'dedir.
وَمَآ أَدۡرَىٰكَ مَا عِلِّيُّونَ ١٩
Bildinmi illiyyîn nedir?
İlliyyin'in ne olduğunu sen nereden bileceksin?
“İlliyyûn”un ne olduğunu sen ne bileceksin.
«İlliyyîn» in ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?
İlliyyinin ne olduğunu bilir misin sen.
كِتَٰبٞ مَّرۡقُومٞ ٢٠
Terkiym olunmuş bir kitap.
Yazılmış bir kitabdır.
O, yazılmış bir kitaptır.
(O), yazılmış bir kitabdır,
Mühürlenmiş bir kitaptır o.
يَشۡهَدُهُ ٱلۡمُقَرَّبُونَ ٢١
Ki ona mukarrebîn şâhid olurlar.
Gözde melekler onu görür.
Ona, Allah’a yakın olanlar şâhit olur.
ki huzuurunda mukarreb (olan melek) ler bulunur.
Yakınlaştırılmış olanlar onu görürler.
إِنَّ ٱلۡأَبۡرَارَ لَفِي نَعِيمٍ ٢٢
Haberiniz olsunki ebrar muhakkak bir naîm içindedir.
Şüphesiz iyiler, Naim'dedirler.
Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.
Şübhesiz o iyiler (cennet) ni'met (leri) içinde,
İyiler şüphesiz cennette nimetler içindedirler.
عَلَى ٱلۡأَرَآئِكِ يَنظُرُونَ ٢٣
Erîkler üzerinde nezaret ederler.
Tahtlar üzerinde temaşa ederler.
Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler.
(süslü) tahtlar üzerinde (kendilerine verilen ni'metleri) temâşâ edeceklerdir.
Tahtlar üzerinde kurulup etrafı seyrederler.
تَعۡرِفُ فِي وُجُوهِهِمۡ نَضۡرَةَ ٱلنَّعِيمِ ٢٤
Yüzlerinde naîmîn revnakını tanırsın.
Sen, o nimetin güzelliğini yüzlerinden tanırsın.
Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.
Öyle ki sen o ni'metin (herdem taze) güzelliğini yüzlerinde (görünce) tanırsın.
Yüzlerinde cennetin aydınlığını görürsün.
يُسۡقَوۡنَ مِن رَّحِيقٖ مَّخۡتُومٍ ٢٥
Onlara öyle bir rahîktan sunulur ki mahtum.
Onlara mühürlü, halis bir şarabtan içirilir.
Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.
Onlara mühürlü, haalis bir şarabdan içirilecek,
Onlara mühürlü saf bir içecekten içirilir.
خِتَٰمُهُۥ مِسۡكٞۚ وَفِي ذَٰلِكَ فَلۡيَتَنَافَسِ ٱلۡمُتَنَٰفِسُونَ ٢٦
Hitamı misk, işte ona imrensin artık imrenenler.
Onun sonu misktir. Öyleyse yarışanlar, bunu için yarışsınlar.
Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.
ki onun (içiminin) sonu bir miskdir. O halde nefaset isteyenler bunu arzuu etmelidir (ler).
Sonu misktir, onun. İşte yarışanlar bunda yarışsınlar.