بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
۞ وَيَطُوفُ عَلَيۡهِمۡ غِلۡمَانٞ لَّهُمۡ كَأَنَّهُمۡ لُؤۡلُؤٞ مَّكۡنُونٞ ٢٤
Bırıl bırıl da üzerlerine döner kendilerine mahsus hizmetciler, sanki sadeflerinde saklı inciler.
Sedefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendileri için etraflarında döner.
Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
O sadefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendilerine (hizmet için) etraflarında döner (ler).
Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.
وَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضٖ يَتَسَآءَلُونَ ٢٥
Ve bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır.
Birbirlerine dönüp sorarlar:
Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.
(Ehl-i cennet) birbirine yönelib (hallerini ve amellerini) soruşdururlar,
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
قَالُوٓاْ إِنَّا كُنَّا قَبۡلُ فِيٓ أَهۡلِنَا مُشۡفِقِينَ ٢٦
Demektedirler: evet biz bundan evvel ilimizde korkular içinde idik.
Derler ki: Gerçekten biz, bundan önce ailelerimiz arasında korku içindeydik.
Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık.”
(Şöyle) diyerek: «Biz hakıykat bundan evvel (dünyâda) ailelerimiz içinde (aakıbetimizden) korkanlardık».
Derler ki: «Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık.»
فَمَنَّ ٱللَّهُ عَلَيۡنَا وَوَقَىٰنَا عَذَابَ ٱلسَّمُومِ ٢٧
Bakınız Allah bize lûtf etti ve bizleri o semûm azâbından korudu.
Allah; bize, lutfetti de bizi gözeneklere işleyen o Semum azabından korudu.
“Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
«İşte Allah bize (mağfiret ve rahmetini) lûtfetdi. Bizi sâm yeli azabından korudu».
Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azabtan korudu.
إِنَّا كُنَّا مِن قَبۡلُ نَدۡعُوهُۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡبَرُّ ٱلرَّحِيمُ ٢٨
Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle Rahim.
Gerçekten biz, bundan önce de O'na dua ediyorduk. Muhakkak ki O'dur O Berr, Rahim.
“Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”
«Gerçek biz bundan evvel (müvahhid olarak) Ona ibâdet ediyorduk. Şübhesiz ki O, (evet) O, (va'dinde saadık) ihsanı bol, çok esirgeyicidir».
Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O.
فَذَكِّرۡ فَمَآ أَنتَ بِنِعۡمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٖ وَلَا مَجۡنُونٍ ٢٩
O halde vaaz-u tezkire devam et, çünkü sen, Rabbi’nin nimeti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun.
Sen; öğüt ver. Rabbının nimeti sayesinde sen; ne bir kahinsin, ne de bir deli.
(Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
(Habîbim) sen hemen öğüt vermekde devam et. Öyle ya, sen Rabbinin ni'meti sayesinde ne bir kâhin, ne de bir mecnun değilsin.
Ey Muhammed! Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ne de delisin.
أَمۡ يَقُولُونَ شَاعِرٞ نَّتَرَبَّصُ بِهِۦ رَيۡبَ ٱلۡمَنُونِ ٣٠
Yoksa "bir şâir biz ona zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetiyoruz" mu diyorlar?
Yoksa derler mi ki: Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.
Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?
Yoksa «(O), bir şâirdir, biz onun, zamanın felâketli haadiseleri (ne çarpılması) nı gözetliyoruz» mu diyorlar?
Yoksa onlar: «Muhammed bir şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz» mu diyorlar?
قُلۡ تَرَبَّصُواْ فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ ٱلۡمُتَرَبِّصِينَ ٣١
De ki: gözetin çünkü ben de sizinle gözetenlerdenim.
De ki: Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.
Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
De ki: «Bekleyin. Çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim».
De ki: «Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim.»
أَمۡ تَأۡمُرُهُمۡ أَحۡلَٰمُهُم بِهَٰذَآۚ أَمۡ هُمۡ قَوۡمٞ طَاغُونَ ٣٢
Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavim midirler?
Bunu kendilerine akılları mı buyuruyor, yoksa onlar, azgın bir kavim midirler?
Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
Yahud bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgınlar güruhu mudur?
Onların akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
أَمۡ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۥۚ بَل لَّا يُؤۡمِنُونَ ٣٣
Yoksa onu (o Kur'an’ı) kendisi uydurmakta mı diyorlar? Hayır kendileri inanmazlar.
Yoksa; onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler.
Yoksa “O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.
Yahud onu kendisi mi uydurub söyledi diyorlar? Hayır, onlar îman etmezler.
Yoksa «Onu uydurdu» mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar.
فَلۡيَأۡتُواْ بِحَدِيثٖ مِّثۡلِهِۦٓ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ ٣٤
Haydi onun gibi bir söz getirsinler, doğru iseler.
Şayet sadıklardan iseler, onun benzeri bir söz getirsinler.
Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!
Öyleyse onlar da, eğer doğru söyleyenlerse, onun gibi (velev uydurma) bir söz getirsinler!
İddialarında samimi iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.