بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلِبُيُوتِهِمۡ أَبۡوَٰبٗا وَسُرُرًا عَلَيۡهَا يَتَّكِـُٔونَ ٣٤
Ve odalarına kapılar ve üzerlerine kurulacakları koltuklar kanepeler.
Evlerinin kapılarını ve üzerlerine yaslanacakları kerevetleri de,
(34-35) Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.
odalarının kapılarını, üzerine yaslanacakları tahtları hep gümüşden yapardık!
Evlerinin kapılarını ve üzerlerine yaslanacakları koltukları da hep gümüşten yapardık.
وَزُخۡرُفٗاۚ وَإِن كُلُّ ذَٰلِكَ لَمَّا مَتَٰعُ ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَاۚ وَٱلۡأٓخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلۡمُتَّقِينَ ٣٥
Ve altın ziynetler yapardık ve doğrusu bütün bunlar dünya hayatın geçici metaı, Rabbi’nin indinde ahiret ise korunan müttekîler içindir.
Altına boğardık. Bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise; Rabbının katında müttakiler içindir.
(34-35) Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.
(Onları) altın zînetler (e boğardık). Bunların hepsi dünyâ hayâtının geçici metâından başka şeyler değildir. Âhiret (seâdeti) ise Rabbinin indinde (ancak küfür ve meâsîden) kaçınanlara mahsusdur.
ve nice süsler verirdik. Bütün bunlar sadece dünya hayatının geçici malından ibarettir. Ahiret nimeti ise, Rabbinin katında, Allah'ın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur.
وَمَن يَعۡشُ عَن ذِكۡرِ ٱلرَّحۡمَٰنِ نُقَيِّضۡ لَهُۥ شَيۡطَٰنٗا فَهُوَ لَهُۥ قَرِينٞ ٣٦
Ve her kim Rahman’ın zikrinden teâmî ederse biz ona bir şeytan sardırırız artık o ona arkadaştır.
Kim, Rahman'ın zikrinigörmezlikten gelirse; Biz, ona şeytanı musallat ederiz.
Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.
Kim O çok esirgeyici (Allah) ın zikrinden göz yumarsa biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık bu, onun (ayrılmaz) bir arkadaşıdır.
Kim Rahman'ın Kur'an'ından yüz çevirirse ona, bir şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrılmaz dostudur.
وَإِنَّهُمۡ لَيَصُدُّونَهُمۡ عَنِ ٱلسَّبِيلِ وَيَحۡسَبُونَ أَنَّهُم مُّهۡتَدُونَ ٣٧
Ve her halde onlar onları yoldan çıkarırlar, onlar ise onları doğru sanırlar.
Şüphesiz ki onlar da bunları yoldan çıkarırlar. Bunlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.
Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.
Şübhesiz ki bunlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidâyete erdirilmiş olduklarını sanırlar.
O şeytanlar bunları doğru yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.
حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَنَا قَالَ يَٰلَيۡتَ بَيۡنِي وَبَيۡنَكَ بُعۡدَ ٱلۡمَشۡرِقَيۡنِ فَبِئۡسَ ٱلۡقَرِينُ ٣٨
Nihayet bize geldiği vakit ah, der: keşke benimle senin aranda iki maşrık buudu olsa idi! sen ne kötü arkadaşmışın.
Nihayet Bize gelince der ki: Keşki benimle senin aranda Doğu ile Batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı. Sen, ne kötü arkadaş imişsin.
Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der.
Nihayet o bize geldiği zaman dedi ki (der ki): «Keşki seninle benim aramda gün doğrusu ile gün batısı kadar uzaklık olsaydı! (Sen) ne kötü arkadaş (mışsın)»!
O şeytanın dostu bize geldiği zaman arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı» der. Meğer ne kötü arkadaşmış.
وَلَن يَنفَعَكُمُ ٱلۡيَوۡمَ إِذ ظَّلَمۡتُمۡ أَنَّكُمۡ فِي ٱلۡعَذَابِ مُشۡتَرِكُونَ ٣٩
Böyle demek bugün size hiç de faide vermez, çünkü zulmettiniz, hepiniz azâbda müştereksinizdir.
Zulmettiğiniz için, bugün pişmanlığın hiç bir faydası yoktur. Muhakkak ki azabda ortaksınız.
Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.
(Bu temenniniz ve peşîmanlığınız bugün size asla fâide vermez. Çünkü (hepiniz) zulmetdiniz. Muhakkak siz de azâbda ortaklarsınız.
İkiniz de zalim olduğunuz için bugün pişman olmanız size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz azapta ortaksınız.
أَفَأَنتَ تُسۡمِعُ ٱلصُّمَّ أَوۡ تَهۡدِي ٱلۡعُمۡيَ وَمَن كَانَ فِي ضَلَٰلٖ مُّبِينٖ ٤٠
O halde sen mi işittireceksin o sağırlara? Yâhud hidâyet edeceksin, o körlere ve açık bir dalâl içinde bulunanlara.
Sen mi duyuracaksın o sağırlara? Körleri ve apaçık sapıklıkta olanları sen mi hidayete eriştireceksin?
Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?
Artık (Habîbim) o sağırlara sen mi duyuracaksın? yahud o körlere, o apaçık bir sapıklık içinde bulunan kimselere (sen mi) hidâyet edeceksin?
Ey Muhammed! Sen mi sağırlara işittireceksin, yahut kör ve apaçık sapıklıkta olanı doğru yola ileteceksin?
فَإِمَّا نَذۡهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنۡهُم مُّنتَقِمُونَ ٤١
Şu halde şayed biz seni alır götürür isek elbette onlardan intikam alacağız.
Seni onlardan uzaklaştırsak da; muhakkak ki Biz, onlardan intikam alırız.
Ya biz seni (bu dünyadan) alır götürürüz de, onlardan intikam alırız.
Eğer seni herhalde (alır) götürürsek şübhe yok ki onlardan biz intikaam alıcılarızdır.
Eğer biz seni alıp götürürsek (vefat ettirirsek) onlardan intikam alacağız.
أَوۡ نُرِيَنَّكَ ٱلَّذِي وَعَدۡنَٰهُمۡ فَإِنَّا عَلَيۡهِم مُّقۡتَدِرُونَ ٤٢
Yâhud onlara yaptığımız vaîdi sana gösterirsek şüphe yok ki biz ona da muktediriz.
Yahut da onlara vaadettiğimizi sana gösteririz. Çünkü Biz, onlara karşı gücü yetenleriz.
Yahut da, onlara yaptığımız tehdidi sana gösteririz ki, bizim onlara gücümüz yeter.
Yahud onlara va'd (ve tehdîd) etdiğimiz (azâb) ı (senin hayâtında) behemehal kendine göstereceğiz. Çünkü biz onların üstünde iktidar saahibleriyiz.
Yahut onları tehdit ettiğimiz şeyi sana gösteririz. Bizim onlara gücümüz yeter.
فَٱسۡتَمۡسِكۡ بِٱلَّذِيٓ أُوحِيَ إِلَيۡكَۖ إِنَّكَ عَلَىٰ صِرَٰطٖ مُّسۡتَقِيمٖ ٤٣
Sen hemen o sana vahyolunana tutun muhakkak ki sen doğru bir yol üzerindesin.
Sen; sana vahyolunana sarıl. Muhakkak ki sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.
Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.
Binâen'aleyh sen, sana vahyolunan (Kur'an) a kuvvetle sarıl. Muhakkak ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Zira sen, dosdoğru yoldasın.
وَإِنَّهُۥ لَذِكۡرٞ لَّكَ وَلِقَوۡمِكَۖ وَسَوۡفَ تُسۡـَٔلُونَ ٤٤
Ve muhakkak ki o, hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride ondan mesul olacaksınız.
Doğrusu bu; sana ve kavmine bir öğüttür. Ondan sorguya çekileceksiniz.
Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.
Şübhe yok ki o (Kur'an) senin için de, kavmin için de kat'î bir şerefdir. Siz (ondan) mes'ûl olacaksınız.
Doğrusu bu Kur'an sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız.