بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَأَنَّ عَذَابِي هُوَ ٱلۡعَذَابُ ٱلۡأَلِيمُ ٥٠
Bununla beraber azâbım da azâbı elîm.
Ve muhakkak ki azabım da elem verici bir azabtır.
(49-50) Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.
«(Bununla beraber) benim azabım da elbette en acıklı azabın ta kendisidir o».
Fakat azabım da son derece acıklı bir azaptır.
وَنَبِّئۡهُمۡ عَن ضَيۡفِ إِبۡرَٰهِيمَ ٥١
Hem onlara İbrahim’in müsafirlerinden bahs et.
Hem onlara İbrahim'in konuklarından haber ver.
Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.
Onlara İbrâhîmin müsâfirleri (olan meleklerimi) de haber ver.
Onlara İbrahim'in konukları hakkında da bilgi ver.
إِذۡ دَخَلُواْ عَلَيۡهِ فَقَالُواْ سَلَٰمٗا قَالَ إِنَّا مِنكُمۡ وَجِلُونَ ٥٢
O vakit ki yanına girdiler de, selâm dediler, biz dedi: sizden cidden korkuyoruz.
Onun yanına girip: Selam demişlerdi. O da: Doğrusu biz, sizden endişe ediyoruz, demişti.
Hani misafirler İbrahim’in yanına girmiş ve “Selâm” demişlerdi. O da, “Gerçekten biz sizden korkuyoruz” demişti.
Hani bunlar onun karşısına girib «Selâm» demişlerdi. O da: «Biz, demişdi, sizden endîşe edicileriz».
Hani İbrahim'in yanına girip selâm verdiklerinde O «Biz sizden korkuyoruz» dedi.
قَالُواْ لَا تَوۡجَلۡ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٖ ٥٣
Korkma, dediler: biz sana Alim bir oğul tebşir ediyoruz.
Demişlerdi ki: Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik.
Onlar, “Korkma, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz” dediler.
Dediler ki: «Korkma, hakıykat biz sana çok bilgin bir oğul müjde ediyoruz».
Onlar «Korkma, biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdeliyoruz.»
قَالَ أَبَشَّرۡتُمُونِي عَلَىٰٓ أَن مَّسَّنِيَ ٱلۡكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ ٥٤
Beni mi, dedi: tebşir ettiniz? Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, artık beni ne suretle tebşir edersiniz?
Ben, kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjdeliyorsunuz? dedi.
İbrahim, “Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi müjdeliyorsunuz?” dedi.
«Bana, dedi, ihtiyarlık çökmüşken (nasıl olub da) müjde verdiniz? Bu tebşiri neye istinaden yapıyorsunuz»?
İbrahim «Hayli ilerlemiş yaşıma rağmen mi bana bu müjdeyi veriyorsunuz? O halde neye dayanarak müjde veriyorsunuz?» dedi.
قَالُواْ بَشَّرۡنَٰكَ بِٱلۡحَقِّ فَلَا تَكُن مِّنَ ٱلۡقَٰنِطِينَ ٥٥
Seni dediler: emri hakkile tebşir ettik, onun için ümidi kesenlerden olma.
Dediler ki: Seni gerçekten müjdeliyoruz, öyleyse ümidini kesenlerden olma.
“Biz sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizlerden olma” dediler.
Dediler: «Seni hak olarak muştuluyoruz. O halde ümîdini kesenlerden olma».
Onlar dediler ki «Sana bu müjdeyi gerçeğe dayanarak veriyoruz, sakın umutsuzlardan olma.»
قَالَ وَمَن يَقۡنَطُ مِن رَّحۡمَةِ رَبِّهِۦٓ إِلَّا ٱلضَّآلُّونَ ٥٦
Rabbin’in rahmetinden, dedi: sapkınlardan başka kim ümidi keser?
Dedi ki: Sapıklardan başka Rabbının rahmetinden kim ümidini keser?
Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
(İbrâhîm): «Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümidini keser»? dedi.
İbrahim, «sapıklardan başka kim Allah'ın rahmetinden ümit keser» dedi.
قَالَ فَمَا خَطۡبُكُمۡ أَيُّهَا ٱلۡمُرۡسَلُونَ ٥٧
Ey mürseller, dedi: bunu müteakıb memuriyyetiniz nedir?
Ey elçiler; gerçek işiniz nedir? dedi.
İbrahim, “Ey Elçiler! Göreviniz nedir?” dedi.
«Ey gönderilenler (elçiler), dedi, daha işiniz (me'muriyetiniz) ne»?
İbrahim; «Ey elçiler göreviniz nedir?» dedi.
قَالُوٓاْ إِنَّآ أُرۡسِلۡنَآ إِلَىٰ قَوۡمٖ مُّجۡرِمِينَ ٥٨
Haberin olsun dediler: biz mücrim bir kavme gönderildik.
Dediler ki: Biz, günahkar bir kavme gönderildik.
Şöyle dediler: “Şüphesiz biz suçlu bir millete gönderildik.
Dediler: «Gerçek biz günahkarlar güruhuna gönderildik».
Onlar dediler ki, «Biz günahkâr bir topluma gönderildik.
إِلَّآ ءَالَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمۡ أَجۡمَعِينَ ٥٩
Ancak ali Lût müstesna biz onların hepsini behemehal kurtaracağız.
Şu kadar var ki Lut ailesi bunların dışındadır. Biz, onların hepsini behemehal kurtaracağız.
(59-60) Lût’un ailesi başka (Onlar suçlu değillerdir). Lût’un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız. Biz, onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.
«Şu kadar ki Lût ailesi bunların dışındadır. Biz onları, hepsini behemehal kurtarıcılarız».
Yalnız Lût'un bağlıları ile ailesi hariç; onların tümünü kurtaracağız.
إِلَّا ٱمۡرَأَتَهُۥ قَدَّرۡنَآ إِنَّهَا لَمِنَ ٱلۡغَٰبِرِينَ ٦٠
Ancak karısını takdir ettik o muhakkak kalacaklardandır.
Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar arasında bulunmasını takdir ettik.
(59-60) Lût’un ailesi başka (Onlar suçlu değillerdir). Lût’un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız. Biz, onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.
«Karısı başka. Biz onun mutlakaa geride kalan kimselerden olması (lüzum) unu takdîr etdik»,
Yalnız Lût'un eşi hariç, onun geride kalanlar arasında olmasını uygun gördük.