Sûrenin Adı
Surenin birinci ayetindeki "fecr" kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul Zamanı
Surenin içeriğinden, Mekke'de İslâm'ı kabul edenlere karşı zulüm başladığı zaman nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu
surede Mekkelilere; Ad, Semud, ve Firavn kavimlerinin akıbetleri örnek olarak hatırlatılmıştır.
Konu
Bu surenin konusu, ahiretteki ceza ve mükafatın varlığını isbata yöneliktir. Çünkü Mekkeliler bu gerçeği inkar
etmekteydiler. Bu amaçla, sırayla kimi deliller ileri sürülmüştür.
İlk önce fecr'e, on geceye, çift ve tek'e, geçen gece'ye yemin edilerek, muhataplara; inkar ettikleri şeyin hak
olduğu belirtilmiş ve "yemin edilen unsurlar onun hak olduğuna şahitlikte yeterli değil midir?" denilmiştir. İlerdeki
dipnotlarda da görüleceği gibi bu dört şey, gece-gündüz nizamının bir kurala bağlı olduğuna işaret etmektedir. Bu dört
unsura yemin etmenin anlamı şudur: Hikmete dayalı bu nizam, Allah'ın, onu kaldırıp bir ahiret günü getirebileceğinin
imkan dışı olmadığını ispat eder. Ayrıca insanın, işlediği amellerinden hesaba çekilmesi Allah'ın hikmetinin gereğidir.
Bundan sonra insanlık tarihinden delil getirilerek Ad, Semud, Firavn kavimlerinin akıbeti örnek olarak zikredilmiş,
haddi aşıp yeryüzünde fesat çıkaran bu kavimlerin Allah (c.c.) tarafından azaba uğratıldıkları açıklanmıştır. Bu
kavimlerin uğradığı akıbet, kainat nizamının, kör ve sağır bir sultanın saltanatı olmadığının işaretidir. Tersine bu
nizam, hikmet sahibi olan Allah'ın adalet ve hikmete dayanan nizamıdır. İnsanlık tarihinde, bu gerçeği ispatlayan
pekçok örnek görülmektedir. Allah'ın kendi yarattığına akıl, ahlakî his (vicdan), bazı yetkiler ve kullanması için
pekçok imkanlar vermesi, sonunda ise onları sorguya çekerek ceza, ya da mükafat takdir etmesi de Allah'ın hikmet ve
adaletinin doğal bir gereğidir.
Bundan sonra insan toplumunun genel ahlakî durumu açıklanmıştır. Fiilen ortada olan Arap cahiliyetinin durumu,
özellikle iki açıdan tenkit edilmiştir. Birincisi, izzet ve zilletin ölçüsünü servet ve makama bağlayarak, ahlakî
bakımdan iyi ve kötüyü bir kenara ittikleri materyalist düşünceleridir. Onlar, bu dünyada varlık sahibi olmanın
Allah'tan bir mükafaat ve rızık darlığının da bir ceza olmadığını unutmuşlardı. Aslında Allah (c.c.) her iki şekilde de
insanları imtihan etmektedir. Bu imtihan, insana servet verildiğinde ne tavır takınacağını, darlığa düştüğünde ise
Allah'a karşı nasıl davranacağını açığa çıkarmak içindir. İkincisi, yetimlere karşı tutumlarıdır. Babası öldükten sonra
çaresiz duruma düşen bir yetime hiç kimse sahip çıkmaz ve kim güçlüyse, onun mallarını alırdı. Güçsüz olan hak
sahipleri mazlum durumda bırakılırlardı. Mal hırsları o kadar fazlaydı ki ne denli zengin olurlarsa olsunlar, gözleri
hiç doymazdı. Onların bu yaşantılarını eleştirmekten maksat, dünyada bu gibi fiilleri işlerken hiç hesaba
çekilmiyeceklerini zannederek günlerini geçirmelerine dikkat çekmektedir.
Daha sonra Kur'an, konuyu şöyle bitirmektedir: Onlardan muhakkak hesap sorulacaktır. Mahkeme kurulacak ve
yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Ceza ve mükafat gününü inkar edenler, şimdi kendilerine anlatılanların doğru
olduğunu o gün anlayacaklardır. Ancak bu gerçek, inkar edenler o gün hiçbir yarar sağlamayacaktır. Kafirler pişman
olarak şöyle diyeceklerdir "Keşke dünyada bu gün için birşeyler hazırlasaydım." Fakat bu pişmanlık onu Allah'ın
azabından kurtaramıyacaktır. Bunun yanında Allah, dünyada iken mutmain bir kalp ile semavî kitapları ve Rasullerin
talimatlarını kabul edenlerden ise razı olacakdır. Onlara, "Allah'ın sevdiği kulları arasına ve Cennet'e girin"
denilecektir.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an