Sûrenin Adı
Sure; adını 9. ayetinden almıştır. Bu surede Cuma namazı ile ilgili hükümler beyan edilmiş olmasına rağmen, surede
sadece Cuma Namazı işlenmiş değildir. Diğer surelerde olduğu gibi bu ad, bir alâmettir.
Nüzul Zamanı
İlk sekiz ayet Hicri 7. yılda ve muhtemelen Hayber fethinde yahut ondan bir zaman sonra nazil olmuştur. Buhari,
Müslim, Tirmizi, Nesei ve İbn Cerir; Ebu Hureyre'nin "Biz Rasulullah'ın huzurunda iken, bu ayetler nazil oldu" dediğini
nakleder. Ebu Hureyre'nin ise Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra, Hayber'in fethinden önce Müslüman olduğu kesinlikle
sabittir. İbn Hişam'a göre, Hayber, Hicri 7. yılda muharrem ayında, İbn Sa'd'a göreyse Cemaziyul-evvel'de
fetholunmuştur. Dolayısıyla Yahudilerin bu son kalesi de feth olunduktan sonra Allah'ın onlara hitaben bu ayetleri
inzal etmiş olması ihtimal dahilindedir. Yahut bu ayetler, Hayber'in fethinden sonra Arabistan'ın kuzeyindeki Yahudi
kabilelerin İslâm yönetimine bağlanmasıyla birlikte indirilmiş olabilir.
Son üç ayet, hicretten kısa bir zaman sonra nazil olmuştur; zira Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye geldiğinin 5. günü
Cuma Namazı kıldırmış ve bu ayetler Cuma günü namaz esnasında vuku bulan bir olay üzerine indirilmiştir. Bu ayetlerde
Müslümanlara, toplantılarda nasıl davranılması gerektiği hususunda tebliğde bulunulmuştur.
Konu
Yukarıda da zikredildiği gibi, bu surenin iki ayrı bölümü, iki ayrı dönemde nazil olmuştur. Bu bakımdan konuları ve
muhatapları da farklıdır. Ancak bir münasebet dolayısıyla bu iki bölüm bir araya getirilmiştir. Bu münasebeti
anlayabilmek için, her iki bölümü de ayrı ayrı ele almak daha uygun olur.
Cuma Suresi'nin ilk sekiz ayeti nazil olduğunda, İslâm davetini önlemek için, Yahudilerin sarfettikleri tüm çabalar,
geçen 6 yıl süresince başarısız olmuştu. Başlangıçta Medine'deki üç güçlü Yahudi kabilesi (Beni Kaynuka, Beni Kurayza,
Beni Nadir) Hz. Peygamber'e (s.a) tüm güçleriyle karşı koymuşlar ve sonuçta kabilelerden biri tamamen yok olurken,
diğer ikisi ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır. Daha sonra ise, Yahudiler diğer Arap kabilelerini kışkırtarak
onları Medine'ye saldırmaları için teşvik ederler. Ancak bu sefer onların hepsi Ahzab Savaşı'nda bozguna uğrarlar.
Geriye, Medine'den sürülen çok sayıdaki Yahudinin de toplandığı en büyük kaleleri Hayber kalmıştı. Bu ayetler nazil
olduğunda, onlar da fazla karşı koymadan teslim olmuşlar ve bizzat kendi başvuruları üzerine Müslümanların zimmetinde
orada kalmayı kabul etmişlerdir. Bu son yenilgiden sonra, Arabistan'daki Yahudi gücü tamamen ortadan kaldırılmış ve
Vadi'l-Kura, Fedek, Teyme, Tebuk hepsi de arka arkaya teslim alınmıştır. Öyle ki, İslâm'ın adını bile duymak istemeyen
o Yahudiler, İslâm'ın zimmeti altına girmek zorunda kalmışlardır. Böyle bir atmosferde Allah Teâlâ bu sureyle, onlara
bir kez daha seslendi ve bu muhtemelen Kur'an'da zikredilen, Yahudilere yapılmış son hitaptı. Bu hitabede üç nokta
vurgulanmıştır:
-
Sizler bu peygamberi, kendi kavminize değil, tahkir ederek "ümmî" dediğiniz başka bir kavme mensup olduğu için
reddediyorsunuz. Peygamberin sizin kavminizden olma zorunluluğu batıl bir düşünceden başka bir şey değildir. Yine
kavminize mensup olmayan ve peygamberlik iddiasında bulunan bir kimsenin ancak bir yalancı olabileceği şeklindeki
düşünce de sizin vehminizdir. Çünkü "nübüvvet" şerefinin sadece kendi soyunuzun tekelinde olduğunu kabul ediyor ve
Ümmîler arasında hiçbir zaman bir peygamberin gelmeyeceğini sanıyorsunuz. Oysa Allah o ümmiler arasından bir
peygamber çıkarmıştır. O peygamber ki gözlerinizin önünde sizlere "mesaj" tebliğ etmekte, insanları tezkiye edip,
sapıklıktan kurtararak, onlara doğru yolu göstermektedir. Bu, Allah'ın bir lütfudur ve O dilediğini "peygamberlik"
ile şereflendiririr. Sizlere, istediğiniz bir kimseye peygamberliğin verilmesi veyahut istemediğiniz kimsenin
peygamberlikten mahrum olması gibi bir lütufta bulunulmamıştır.
-
Sizler Tevrat'ı yüklenen kimseler olmanıza rağmen, onun kıymetini bilemediniz ve sorumluluğunuzu yerine
getiremediniz. Sizler tıpkı kitaplar yüklendiği halde, o kitaplarda neler yazdığını bilmeyen merkeplere
benziyorsunuz. Hatta sizlerin durumu merkepten de kötüdür. Çünkü merkep şuur sahibi olmadığı gibi, "anlamak" şeklinde
bir mükellefiyeti de yoktur. Oysa sizlere şuur verildiği halde, sizler Allah'ın kitabını taşımanın sorumluluğundan
kaçmakla kalmıyor, O'nun ayetlerini bile bile yalanlıyorsunuz. Üstelik buna rağmen, kendinizi Allah'ın sevgili
kulları olarak kabul ediyor, "nübüvvet" nimetinin sadece size mahsus bir hak olduğunu ve ayrıca ne yaparsanız yapın,
Allah'ın gönderdiği mesajın sorumluluğunu yerine getirin-getirmeyin, yine de Allah Teâlâ'nın sizin isteğinize uyarak,
mesajını sizlerden başkasına yüklemeyeceğini sanıyorsunuz.
-
Sizler, gerçekten Allah'ın sevgili kulları olsaydınız ve gerçekten Allah indinde büyük izzet ve ikrama mazhar
olacağınıza inansaydınız eğer, ölümden bu derece korkmamanız gerekirdi. Ancak sizler sırf ölüm korkusuyla dalâlet
içinde yaşamayı kabul edip, bu yüzden geçen birkaç sene içerisinde sürekli yenilgiyi tercih ettiniz. Sizlerin bu hali
bile, yaptıklarınızın doğru olmadığını bildiğinize tek başına delildir. Sizler, bu halinizle Allah'ın huzuruna
gittiğinizde, orada bu dünyadakinden daha zelil olacağınızı pekalâ biliyorsunuz.
Bu sure, birinci bölümle, ondan birkaç sene önce nazil olan ikinci bölümün bir araya getirilmesiyle teşekkül
etmiştir. Yahudilerin Sebt'ine (Cumartesi gününe) karşılık, Müslümanlara Cuma'nın bağışlanması nedeniyle, bu iki bölüm
bir araya getirilmiş olabilir. Burada Müslümanlar, Yahudilerin sebt'e karşı takındıkları tavır gibi Cuma'ya bir tavır
takınmamaları konusunda uyarılıyorlar. Bu ayetler, Medine'de bir Cuma namazı vaktinde Mescid-i Nebevî'deki Müslümanları
ticari bir kafilenin gelmesi üzerine davul sesini duyup, 12 kişi dışında hepsinin, gelen kafileye koşması üzerine nazil
olmuştur. Oysa onlar kafileye koştukları esnada, Hz. Peygamber (s.a) hutbe irad etmekteydi. Bu sebepten dolayı bu
ayetler Cuma vaktinde (ezandan sonra) her türlü meşguliyeti ve alışverişi haram kılmıştır. Müslümanların Cuma vaktinde
her türlü meşguliyeti bırakarak Allah'ın zikrine koşmaları gerekmektedir. Ancak namaz bittikten sonra, kendi işlerine
dönüp, rızık aramak için yeryüzüne yayılabilirler. Bu bölüm Cuma hükümleri hakkında müstakil bir sure olabilirdi. Ama
Yahudilerin Sebt gününü ihlal etmeleri nedeniyle uğradıkları kötü azabın kendi başlarına gelmemesi için Müslümanların
uyarıldıkları diğer bölüm ile biraraya getirilmiştir. Bana göre bu iki bölümün biraraya getirilme nedeni işte budur.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an