بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَأَنتَ حِلُّۢ بِهَٰذَا ٱلۡبَلَدِ ٢
Sen hıll iken bu beldede.
Sen de bu beldede oturmuşsun.
(1-4) Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Sen bu beldeye halâl iken.
Ki sen bu şehre girmektesin.
وَوَالِدٖ وَمَا وَلَدَ ٣
Ve bir validle veledine ki.
Doğurana da, doğurduğuna da andolsun ki;
(1-4) Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
Babaya da, doğana da (yemîn ederim),
Doğurana ve doğurduğuna andolsun ki,
لَقَدۡ خَلَقۡنَا ٱلۡإِنسَٰنَ فِي كَبَدٍ ٤
Hakikaten biz insanı bir meşakkat içinde yarattık.
Biz, insanı gerçekten meşakkat içinde yarattık.
(1-4) Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.
ki biz insanı, andolsun, meşakkat içinde yaratdık.
Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık.
أَيَحۡسَبُ أَن لَّن يَقۡدِرَ عَلَيۡهِ أَحَدٞ ٥
O kendisine karşı kimse göç yetiremez mi sanıyor?
Yoksa o, kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
O, kendisine kimsenin mutlakaa güc yetiremeyeceğini mi sanıyor?
İnsan hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
يَقُولُ أَهۡلَكۡتُ مَالٗا لُّبَدًا ٦
Ben yığın yığın mal telef ettim diyor.
Yığın yığın mal tüketmişimdir, diyor.
“Yığınla mal harcadım” diyor.
Der ki: «Yığın yığın mal telef etdim».
Yığın yığın mal tüketmişimdir diyor.
أَيَحۡسَبُ أَن لَّمۡ يَرَهُۥٓ أَحَدٌ ٧
Onu bir gören olmadı mı zann ediyor?
Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?
Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
O, kendisini hiçbir (kişi) nin görmediğini mi sanıyor?
Kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?
أَلَمۡ نَجۡعَل لَّهُۥ عَيۡنَيۡنِ ٨
Vermedik mi biz ona iki göz.
Biz; onun için iki göz var etmedik mi?
(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
Biz. ona vermedik mi: (Görecek) iki göz,
Biz ona iki göz vermedik mi?
وَلِسَانٗا وَشَفَتَيۡنِ ٩
Ve bir dil ve iki dudak;.
Bir dil ve iki dudak.
(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
(kalbine tercüman olacak) bir dil, (boş boğazlığına mâni' olacak) iki dudak?
Bir dil, iki dudak vermedik mi?
وَهَدَيۡنَٰهُ ٱلنَّجۡدَيۡنِ ١٠
İki de tepe gösterdik.
Biz; ona iki de yol gösterdik.
(8-10) Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?
Biz ona iki de yol gösterdik.
Biz ona eğri ve doğru iki yol göstermedik mi?
فَلَا ٱقۡتَحَمَ ٱلۡعَقَبَةَ ١١
Fakat o göğüs veremedi o (akabeye) sarp yokuşa.
Ama o, sarp yokuşu aşmaya girişemedi.
Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.
Fakat o, sarp yokuşa saldıramadı.
Fakat o zor geçidi aşmaya girişmedi.
وَمَآ أَدۡرَىٰكَ مَا ٱلۡعَقَبَةُ ١٢
Bildin mi o sarp yokuş ne?
Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin?
Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?
Bu sarp yokuşun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?
O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin?