بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَخْرُجُ مِنۢ بَيْنِ ٱلصُّلْبِ وَٱلتَّرَآئِبِ ﴿٧﴾
Ki (erkeğin) arka kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkıyor o.
إِنَّهُۥ عَلَىٰ رَجْعِهِۦ لَقَادِرٌ ﴿٨﴾
Şübhe yok ki (Allah) onu (tekrar diriltib) döndürmiye elbette kaadirdir,
يَوْمَ تُبْلَى ٱلسَّرَآئِرُ ﴿٩﴾
o günde ki (bütün) sırlar yoklanıb meydana çıkarılacakdır.
فَمَا لَهُۥ مِن قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍ ﴿١٠﴾
Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı yokdur.
وَٱلسَّمَآءِ ذَاتِ ٱلرَّجْعِ ﴿١١﴾
Andolsun o dönüş saahibi olan göğe,
وَٱلْأَرْضِ ذَاتِ ٱلصَّدْعِ ﴿١٢﴾
o (nebat ile) yarılan yere ki,
إِنَّهُۥ لَقَوْلٌ فَصْلٌ ﴿١٣﴾
Hakıykaten o (Kur'an) hak ile (baatılı ayırd eden) kat'î bir kelâmdır.
وَمَا هُوَ بِٱلْهَزْلِ ﴿١٤﴾
O, bir şaka değildir.
إِنَّهُمْ يَكِيدُونَ كَيْدًا ﴿١٥﴾
Hakıykat, onlar alabildiklerine hileler düzerler.
وَأَكِيدُ كَيْدًا ﴿١٦﴾
Ben de onların hilelerini (ceza ile) karşılarım.
فَمَهِّلِ ٱلْكَٰفِرِينَ أَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًۢا ﴿١٧﴾
(Habîbim) sen şimdilik o kâfirlere mühlet ver, onları biraz gecikdiriver.