بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَهُمۡ جَنَّٰتٞ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُۚ ذَٰلِكَ ٱلۡفَوۡزُ ٱلۡكَبِيرُ ١١
O kimseler ki iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, muhakkak onlara altından ırmaklar akar cennetler var, işte o büyük kurtuluş dur.
Doğrusu iman edip salih amel işlemiş olanlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.
İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.
İman edib de güzel güzel amel (ve hareket) edenler (e gelince:) Altlarından ırmaklar akan cennetler de, onlarındır. Büyük kurtuluş (ve seâdet de) budur.
inananlar ve iyi işler yapanlar için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.
إِنَّ بَطۡشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ ١٢
Hakîkat Rabbi’nin tutuşu şediddir.
Doğrusu Rabbının yakalayışı amansızdır.
Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir.
Hakıykat, Rabbinin kıskıvrak tutub yakalayışı pek çetindir.
Doğrusu Rabbinin yakalaması şiddetlidir.
إِنَّهُۥ هُوَ يُبۡدِئُ وَيُعِيدُ ١٣
Çünkü o hem mübdî hem muîddir.
Önce yaratıp sonra tekrarlayan O'dur, O.
Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrarlar.
Çünkü O, ilkin var edenin de, (sonra yeniden diriltib kendisine) döndürecek olanın da ta kendisidir.
İlk yaratan ve tekrar yaratacak olan da O'dur.
وَهُوَ ٱلۡغَفُورُ ٱلۡوَدُودُ ١٤
Onunla beraber Gafurdur, çok sevgili (vedud) dur.
O; Ğafur'dur, Vedud'dur.
O, çok bağışlayandır, çok sevendir.
O, (tevbe' eden mü'minleri) çok yarlığayan, (dostlarını) çok sevendir.
O, bağışlayan ve sevendir.
ذُو ٱلۡعَرۡشِ ٱلۡمَجِيدُ ١٥
Arş’ın sahibi, şanlı (mecîd) dir.
Arş'ın sahibidir, Mecid'dir.
Arş’ın sahibidir, şanı yüce olandır.
Arşın saahibidir. (Zâtinde de, sıfatlarında da) pek yücedir (büyükdür).
Arş'ın sahibidir, yücedir.
فَعَّالٞ لِّمَا يُرِيدُ ١٦
Dilediğini yapar (fa'alün limâ yürîd) dir.
Dilediğini mutlaka yapandır.
Dilediğini mutlaka yapandır.
Ne dilerse hakkıyle yapandır.
İstediğini yapandır.
هَلۡ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ٱلۡجُنُودِ ١٧
Geldi ya, sana kıssası o orduların (o cünudun).
O orduların haberi haberi, sana geldi mi?
(17-18) Orduların, Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi?
(17-18) Sana (Habîbim) o orduların, Firavn ve Semuudun haberi geldi ya.
Sana orduların haberi geldi mi?
فِرۡعَوۡنَ وَثَمُودَ ١٨
Firavun’un ve Semud’un.
Firavun ve Semud'un.
(17-18) Orduların, Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi?
(17-18) Sana (Habîbim) o orduların, Firavn ve Semuudun haberi geldi ya.
Firavun ve Semud'a ait orduların.
بَلِ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ فِي تَكۡذِيبٖ ١٩
Fakat o küfredenler hâlâ bir tekzibe.
Doğrusu küfredenler, yalanlamadadırlar.
Hayır, inkâr edenler, hâlâ yalanlamaktadırlar.
Hayır, o küfredenler (haalâ) tekzîbdedirler.
Doğrusu kâfirler bir yalanlama içindedirler.
وَٱللَّهُ مِن وَرَآئِهِم مُّحِيطُۢ ٢٠
Halbuki Allah arkalarından kuşatmış.
Allah ise onları arkadan kuşatandır.
Oysa Allah, onları arkalarından kuşatmıştır.
Halbuki Allah, arkalarından (onları) kuşatıcıdır.
Halbuki Allah onları artlarından kuşatmıştır.
بَلۡ هُوَ قُرۡءَانٞ مَّجِيدٞ ٢١
Fakat o şanlı bir Kur'an’dır.
Doğrusu o; şanlı bir Kur'an'dır.
Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır.
Daha doğrusu (kâfirlerin tekzîb etdikleri) o (kitâb) çok şerefli bir Kur'andır,
Aksine, o şerefli bir Kur'an'dır.