بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوۡمًا عَبُوسٗا قَمۡطَرِيرٗا ١٠
Çünkü biz Rabb’imizden korkarız, bir suratsız kara günden (derler).
Doğrusu Biz; suratları astırdıkça astıracak bir günde Rabbımızdan korkarız.
“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.”
«çünkü biz Rabbimizden, o burtarık suratlı çetin günden korkarız» (derlerdi).
Çünkü biz asık suratlı ve çetin bir günde Rabbimizden korkarız.
فَوَقَىٰهُمُ ٱللَّهُ شَرَّ ذَٰلِكَ ٱلۡيَوۡمِ وَلَقَّىٰهُمۡ نَضۡرَةٗ وَسُرُورٗا ١١
Allah da onları o günün şerrinden korur ve kendilerini bir parlaklıkla bir sürûre indirir.
Allah da onları, o günün şerrinden korumuştur. Ve onlara bir güzellik, bir sevinç vermiştir.
Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.
İşte bundan dolayı Allah bu günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (yüreklerine) bir sevine vermiş,
Allah da onları o günün kötülüğünden korur, yüzlerine parlaklık ve gönüllerine sevinç sunar.
وَجَزَىٰهُم بِمَا صَبَرُواْ جَنَّةٗ وَحَرِيرٗا ١٢
Ve sabırlarına mukabil onlara bir cennet ve bir harîr verir.
Sabretmelerine karşılık, onları cennet ve ipekle mükafatlandırmıştır.
Sabretmelerine karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.
sabretdiklerine mukaabil onları cennetle, ipekle mükâfâtlandırmışdır.
Sabretmelerinin karşılığında kendilerini cennetle ve ipekli elbiselerle ödüllendirir.
مُّتَّكِـِٔينَ فِيهَا عَلَى ٱلۡأَرَآئِكِۖ لَا يَرَوۡنَ فِيهَا شَمۡسٗا وَلَا زَمۡهَرِيرٗا ١٣
Orada erîkeler üzerine dayanmışlardır ne güneş görürler onlarda ne de zemherîr.
Orada tahtlara yaslanırlar, ne yakıcı sıcak ne de dondurucu soğuk görmezler.
Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de dondurucu soğuk.
(Oraya girin) hepiniz, içinde tahtlar üzerine yaslama (bahtiyarlar) olarak, orada ne bir güneş, ne de bir zemheri görmeyerek,
Koltuklara kurulurlar. Orada ne yakıcı güneş, ne de dondurucu soğuk görürler.
وَدَانِيَةً عَلَيۡهِمۡ ظِلَٰلُهَا وَذُلِّلَتۡ قُطُوفُهَا تَذۡلِيلٗا ١٤
Üzerlerine o cennet gölgeleri sarkmış ve devşirimleri mebzûl mebzûl önlerine konmuştur.
Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de aşağı eğdirilmiştir.
Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak hazırlanmıştır.
Ve gölgeleri onlara yakın, meyveleri de emirlerine (her an ve her suretle) boyun eğdirilmiş olarak.
Ağaçların gölgeleyici saçakları başlarına yakın alçaklıkta ve meyvalarının devşirilmesi son derece kolay olur.
وَيُطَافُ عَلَيۡهِم بِـَٔانِيَةٖ مِّن فِضَّةٖ وَأَكۡوَابٖ كَانَتۡ قَوَارِيرَا۠ ١٥
Hem dolaşılır üzerlerine gümüşten kaplar ve küplerle ki billûrlar.
Çevrelerinde gümüş kupalar ve billur kaseler dolaştırılır.
Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.
Onlara gümüşden billur kablar, kupalar dolaşdırılır.
Onlara gümüş tabaklarla ve saydam kadehlerle servis yapılır.
قَوَارِيرَاْ مِن فِضَّةٖ قَدَّرُوهَا تَقۡدِيرٗا ١٦
Gümüşten billûrlar, onları türlü türlü biçime koymuşlardır.
Billurları gümüş gibi parlaktır. Mikdarını onlar takdir etmiştir.
Gümüşten billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.
(Evet) gümüşden (yaratılmış) billurlar ki mıkdarını (sâkıyler) ta'yin etmişlerdir.
Bu gümüşten saydam kadehlerin büyüklükleri ihtiyaçlarına göre belirlenmiştir.
وَيُسۡقَوۡنَ فِيهَا كَأۡسٗا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا ١٧
Ve orada bir kadeh sunulur ki katgısı olmuştur zencefil.
Orada karışımı zencefil olan bir kadehten de içirilirler.
Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.
Orada onlara katgısı zencefil olan (dolu) kadeh de içilir.
Onlara orada taslar içinde zencefil karışımlı içecekler sunulur.
عَيۡنٗا فِيهَا تُسَمَّىٰ سَلۡسَبِيلٗا ١٨
Bir çeşme ki denir selsebîl.
Orada bir pınardır ki, Selsebil adı verilir.
Orada bir pınar ki ona “selsebil” adı verilir.
(Zencefil) orada bir pınardır. «Selsebîl» adı verilir (ona).
Bu «selsebil» adı verilen bir cennet pınarıdır.
۞ وَيَطُوفُ عَلَيۡهِمۡ وِلۡدَٰنٞ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيۡتَهُمۡ حَسِبۡتَهُمۡ لُؤۡلُؤٗا مَّنثُورٗا ١٩
Ve dolanır etraflarına muhalled evlâdlar, görünce onları sanırsın saçilmış inciler.
Çevrelerinde ölümsüz gençler dolaşır ki; onları gördüğünde saçılmış bir inci sanırsın.
Çevrelerinde, gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak hizmetçiler dolaşır.
Etraflarında herdem taze çocuklar dolaşır ki sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın!
Onlara hiç ölmeyecek gençler hizmet ederler. Bu gençleri görsen, ortalığa saçılmış birer inci sanırsın.
وَإِذَا رَأَيۡتَ ثَمَّ رَأَيۡتَ نَعِيمٗا وَمُلۡكٗا كَبِيرًا ٢٠
Ve gördüğün zaman orada bir na'îm ve pek büyük bir mülk görürsün.
Nereye baksan; orada bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.
Orada, görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (hükümranlık) görürsün.
Orada herhangi bir yeri gördüğün zaman (büyük) bir ni'met, bol bir (ihtişam ve) saltanat görürsün.
Nereye baksan bir nimet ve büyük bir saltanat görürsün.