بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
سَأُصۡلِيهِ سَقَرَ ٢٦
Yaslıyacağım onu Sekare.
Ben, onu Sekar'a yaslayacağım.
Ben onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım.
Onu cehenneme sokacağım ben.
Onu Sekar'a atacağım.
وَمَآ أَدۡرَىٰكَ مَا سَقَرُ ٢٧
Bilirmisin hem ne sekar.
Sekar'ın ne olduğunu bilir misin sen?
Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin?
Sen biliyor musun, cehennem nedir?
Sekar nedir, biliyor musun?
لَا تُبۡقِي وَلَا تَذَرُ ٢٨
Ne bakıyye kor ne bırakır.
O, ne geri bırakır, ne de azabdan vazgeçer.
Geride bir şey koymaz, bırakmaz.
Hem (bedeninden hiçbir eser) bırakmaz (hepsini helak eder), hem yine (eski haaline getirib aynı azâbı yapmakdan) vaz geçmez o,
Geride hiçbir şey bırakmaz, ondan hiçbir şey kurtulmaz.
لَوَّاحَةٞ لِّلۡبَشَرِ ٢٩
Beşere susamış bir susuz.
Deriyi kavurandır.
Derileri kavurur.
insana çok susamışdır.
Bütün insanların dikkatlerini üzerinde yoğunlaştırır.
عَلَيۡهَا تِسۡعَةَ عَشَرَ ٣٠
Üzerinde on dokuz.
Onun üzerinde ondokuz vardır.
Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.
Üzerinde on dokuz (melek) vardır.
On dokuz tane görevlisi vardır.
وَمَا جَعَلۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلنَّارِ إِلَّا مَلَٰٓئِكَةٗۖ وَمَا جَعَلۡنَا عِدَّتَهُمۡ إِلَّا فِتۡنَةٗ لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ لِيَسۡتَيۡقِنَ ٱلَّذِينَ أُوتُواْ ٱلۡكِتَٰبَ وَيَزۡدَادَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ إِيمَٰنٗا وَلَا يَرۡتَابَ ٱلَّذِينَ أُوتُواْ ٱلۡكِتَٰبَ وَٱلۡمُؤۡمِنُونَ وَلِيَقُولَ ٱلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٞ وَٱلۡكَٰفِرُونَ مَاذَآ أَرَادَ ٱللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلٗاۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ ٱللَّهُ مَن يَشَآءُ وَيَهۡدِي مَن يَشَآءُۚ وَمَا يَعۡلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَۚ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكۡرَىٰ لِلۡبَشَرِ ٣١
Hem biz o ateşin muhafızlarını hep melâike yaptık, sayılarını da ancak küfr edenler için bir fitne kıldık ki kitap verilmiş olanlar yakîn edinsin ve iman edenlere iman artırsın, kitap verilenler ve mü'minler şüphelenmesin, kalblerinde bir maraz bulunanlarla kâfirler de desin: Allah bununla meselâ ne murad etmiş? İşte böyle Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir ve Rabbi’nin ordularını ancak kendisi bilir ve o ancak bir öğüttür düşünmek için beşer.
Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden kıldık. Onların sayılarını da ancak küfretmiş olanlar için bir fitne kıldık. Ki kendilerine kitab verilmiş olanlar, kesin bilgi sahibi olsunlar. İman edenlerin de imanları artsın. Kendilerine kitab verilmiş olanlar ve mü'minler kuşkuya düşmesinler. Bir de kalblerinde hastalık bulunanlarla kafirler: Bununla Allah neyi kasdetmiş? desinler. İşte böyle Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Rabbının ordularını ancak kendisi bilir. Bu, ancak insanlara bir öğüttür.
Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.
Biz o ateşin bekçi (lik) lerine meleklerden başkasını me'mur etmedik. Sayılarını da küfredenler için — başka değil — ancak bir fitne yapdık ki kendilerine kitâb verilenler sağlam bilgi edinsin (ler), îman edenlerin de inanları artsın. (Hulâsa) hem kendilerine kitâb verilenler, hem mü'minler (bu hususda) şüpheye düşmesin (ler). Kalblerinde maraz bulunanlarla kâfirler dahi «Allah bu (aded) le, misâl olarak, yeni murad etmiş?» desin (ler). İşte Allah, kimi dilerse böylece şaşırtır, kimi de dilerse doğru yola getirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. O, insan (lar) için öğüdden başkası değildir.
Biz cehennem görevlilerini meleklerden seçtik, sayılarını da kafirler için sınav konusu yaptık ki kitap verilenler bunun hak olduğunu anlasınlar, mü'minlerin de imanı pekişsin. Mü'minler şüphe etmesin. Kalplerinde hastalık olanlar ve kafirler: "Allah bununla ne demek istedi" desinler. İşte böyle. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. Rabbinin ordularının sayısını ancak kendisi bilir. Bu insan için bir öğüttür.
كـَلَّا وَٱلۡقَمَرِ ٣٢
Hayır hayır o kamere.
Hayır, andolsun aya,
(32-37) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
Fakat ne gezer! Andolsun aya,
Hayır, hayır! Andolsun aya,
وَٱلَّيۡلِ إِذۡ أَدۡبَرَ ٣٣
Ve döndüğü dem o geceye.
Dönüp geldiğinde geceye,
(32-37) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
(Gündüzün hitâmiyle) dönüb geldiği zaman geceye,
Gerileyen gece karanlığına,
وَٱلصُّبۡحِ إِذَآ أَسۡفَرَ ٣٤
Ve açtığı sıra o sabaha kasem olsun ki.
Ağardığında sabaha,
(32-37) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
ağardığı dem sabaha ki,
Söken şafağa.
إِنَّهَا لَإِحۡدَى ٱلۡكُبَرِ ٣٥
Her halde büyüklerin biridir o sekar.
Muhakkak ki o, büyüklerden biridir.
(32-37) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
hakıykaten (o cehennem) büyük büyük (belâ) lardan biridir,
Sakar (cehennem) büyük gerçeklerden biridir.
نَذِيرٗا لِّلۡبَشَرِ ٣٦
Gocundurmak içi beşeri.
İnsanlar için uyarıcıdır.
(32-37) Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
(36-37) İnsan (lar) için, sizden ileri gitmek, yahud geri kalmak isteyenler için en korkutucu olmak bakımından.
İnsanlar için uyarıcıdır.