بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ ٣٦
Size ne oluyor? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?
أَمْ لَكُمْ كِتَٰبٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ ٣٧
Yoksa size mahsus (indirilmiş) bir kitab var da onda mı okuyorsunuz?!
إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ ٣٨
Ki içinde ne (arzu ve) ihtiyar ederseniz, hepsi mutlaka sizin (olacakdır diye yazılıdır)?!
أَمْ لَكُمْ أَيْمَٰنٌ عَلَيْنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوْمِ ٱلْقِيَٰمَةِۙ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ ٣٩
Yahud üzerimizde, sizin lehinize kıyamet gününe kadar (sürecek) yeminler (imiz, teahhüdlerimiz) mi vardır ki (nefisleriniz için) ne hukûm ederseniz, mutlaka sizindir?!
سَلْهُمْ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ ٤٠
(Habîbim) sor kendilerine: Onlardan hangisi bunun avukatı olacak?
أَمْ لَهُمْ شُرَكَآءُ فَلْيَأْتُواْ بِشُرَكَآئِهِمْ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ ٤١
Yoksa ortakları da mı var onların? Öyleyse o ortaklarını da getirsinler, (iddialarında) doğrucu (adam) lar iseler.
يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ ٤٢
(Hatırla ki o gün) baldır (lar) ın açılacağı, kendilerinin secdeye da'vet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güc yetiremeyeceklerdir.
خَٰشِعَةً أَبْصَٰرُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۖ وَقَدْ كَانُواْ يُدْعَوْنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمْ سَٰلِمُونَ ٤٣
(Evet, secdeye da'vet edilecekler) gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye (dünyâda) herşeyden salim ve sapasağlam iken da'vet ediliyorlardı.
فَذَرْنِى وَمَن يُكَذِّبُ بِهَٰذَا ٱلْحَدِيثِۖ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ ٤٤
Artık bu sözü yalan sayanları bana bırak. Biz onları, kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetden, derece derece azaba yaklaşdırıyoruz.
وَأُمْلِى لَهُمْۚ إِنَّ كَيْدِى مَتِينٌ ٤٥
Ben onlara mühlet (zaman) veriyorum. Şübhe yok ki benim fendim sağlamdır!
أَمْ تَسْـَٔلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ ٤٦
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da onlar (sana ödeyecekleri) bir borcdan dolayı ağır yük altında mı bırakılmışlardır.