بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
كَذَٰلِكَ ٱلۡعَذَابُۖ وَلَعَذَابُ ٱلۡأٓخِرَةِ أَكۡبَرُۚ لَوۡ كَانُواْ يَعۡلَمُونَ ٣٣
İşte böyledir azâb, ve elbette Âhiret azâbı daha büyüktür, fakat bilselerdi.
Azab işte böyledir. Fakat ahiret azabı elbet daha büyüktür. Keşki bilmiş olsalardı.
İşte böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!
İşte azâb böyledir. Ahiret azâbı ise elbet daha büyükdür. (Bunu) bilselerdi...
İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
إِنَّ لِلۡمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمۡ جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ ٣٤
Şüphesiz ki korunan müttakîler içindir rablarının indinde naîm cennetleri.
Muhakkak ki müttakiler için, Rabbları katında Naim cennetleri vardır.
Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.
Şübhesiz ki (fenâlıkdan) sakınanlar için Rableri nezdinde ni'meti dâim ve haalis cennetler vardır.
Muttakiler içinde Rabbleri katında nimet bahçeleri vardır.
أَفَنَجۡعَلُ ٱلۡمُسۡلِمِينَ كَٱلۡمُجۡرِمِينَ ٣٥
Ya artık, müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız?
Biz; müslümanları suçlular gibi tutar mıyız hiç?
Biz müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?
Öyle ya, biz müslümanları o günahkârlar gibi yapar mıyız hiç?
Öyle ya biz Müslümanları o günahkarlarla bir tutar mıyız hiç?
مَا لَكُمۡ كَيۡفَ تَحۡكُمُونَ ٣٦
Neniz var? Nasıl hükm ediyorsunuz?
Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?
Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Size ne oluyor? Nasıl böyle hükmediyorsunuz?
Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
أَمۡ لَكُمۡ كِتَٰبٞ فِيهِ تَدۡرُسُونَ ٣٧
Yoksa size mahsus bir kitap var da onda şu dersi mi okuyorsunuz.
Yoksa size mahsus bir kitab var da ondan mı okuyorsunuz?
Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
Yoksa size mahsus (indirilmiş) bir kitab var da onda mı okuyorsunuz?!
Yoksa bir kitabınız var da ondan mı bu hükümleri okuyorsunuz?
إِنَّ لَكُمۡ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ ٣٨
Siz âlemde her neyi ihtiyar ederseniz o her halde sizin olacak diye?
Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır.
Onda, “Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)
Ki içinde ne (arzu ve) ihtiyar ederseniz, hepsi mutlaka sizin (olacakdır diye yazılıdır)?!
Onda beğendiğiniz her şeyi mi buluyorsunuz?
أَمۡ لَكُمۡ أَيۡمَٰنٌ عَلَيۡنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ إِنَّ لَكُمۡ لَمَا تَحۡكُمُونَ ٣٩
Yoksa size karşı üzerimizde kıyamet gününe kadar sürecek yemînler, teahhüdler mi var, siz her ne hukm ederseniz her halde öyle olacak diye?
Yoksa kıyamet gününe kadar sürüp gidecek ahidler mi var aleyhimizde? Muhakkak ki hükmettikleriniz sizin olacaktır.
Yahut bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?
Yahud üzerimizde, sizin lehinize kıyamet gününe kadar (sürecek) yeminler (imiz, teahhüdlerimiz) mi vardır ki (nefisleriniz için) ne hukûm ederseniz, mutlaka sizindir?!
Yoksa «İstediğiniz gibi hükmedebilirsiniz» diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
سَلۡهُمۡ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ ٤٠
Sor bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi?
Sor onlara; hangisi bunu üzerine alacak?
Sor onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
(Habîbim) sor kendilerine: Onlardan hangisi bunun avukatı olacak?
Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَآءُ فَلۡيَأۡتُواْ بِشُرَكَآئِهِمۡ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ ٤١
Yoksa onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler.
Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını da getirsinler. Eğer sadıklardan iseler.
Yoksa onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler ortaklarını!
Yoksa ortakları da mı var onların? Öyleyse o ortaklarını da getirsinler, (iddialarında) doğrucu (adam) lar iseler.
Yoksa kendilerinin ortakları mı var? Doğru iseler ortaklarını çağırsınlar.
يَوۡمَ يُكۡشَفُ عَن سَاقٖ وَيُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ ٤٢
O gün ki saktan bir keşf olunur ve secdeye davet edilirler o vakit gücleri yetmez.
O gün; baldırlar açılır ve secdeye çağrılırlar. Ama buna güç yetiremezler.
(42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
(Hatırla ki o gün) baldır (lar) ın açılacağı, kendilerinin secdeye da'vet edilecekleri bir gündür. Fakat (buna) güc yetiremeyeceklerdir.
O gün işin dehşetinden baldırlar açılır; ve secdeye davet edilecekleri gün secde edemezler.
خَٰشِعَةً أَبۡصَٰرُهُمۡ تَرۡهَقُهُمۡ ذِلَّةٞۖ وَقَدۡ كَانُواْ يُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمۡ سَٰلِمُونَ ٤٣
Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı.
Gözleri dönmüş olarak, yğzlerini zillet bürür. Halbuki kendileri sapa* sağlam oldukları vakit secdeye çağırılmışlardı.
(42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
(Evet, secdeye da'vet edilecekler) gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye (dünyâda) herşeyden salim ve sapasağlam iken da'vet ediliyorlardı.
Gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet kaplar. Onlar sağlam iken de secdeye davet edildiler fakat secde etmezlerdi.