بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

فَطَافَ عَلَيْهَا طَآئِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَآئِمُونَ ﴿١٩

Derken ona Rabbından bir dolaşan dolaşıvermişti onlar uyuyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ama onlar, daha uykuda iken; Rabbının katından gönderilen bir salgın onu sardı da,

— İbni Kesir

Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.

— Diyanet İşleri

Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir belâ onu sardı da.

— Hasan Basri Çantay

Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de.

— Seyyid Kutub

فَأَصْبَحَتْ كَٱلصَّرِيمِ ﴿٢٠

Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti.

— Elmalılı Hamdi Yazır

O, kupkuru kesildi.

— İbni Kesir

Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.

— Diyanet İşleri

(O bağçe) simsiyah kesiliverdi.

— Hasan Basri Çantay

Bahçe simsiyah olmuştu.

— Seyyid Kutub

فَتَنَادَوْاْ مُصْبِحِينَ ﴿٢١

Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Sabah erken birbirlerine seslendiler;

— İbni Kesir

(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.

— Diyanet İşleri

İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar.

— Hasan Basri Çantay

Sabahleyin birbirlerine seslendiler.

— Seyyid Kutub

أَنِ ٱغْدُواْ عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰرِمِينَ ﴿٢٢

Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) erkence koşun dediler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Mahsullerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, diye.

— İbni Kesir

(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.

— Diyanet İşleri

«Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmiye) çıkın» diye.

— Hasan Basri Çantay

Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden ekininize gidin diye.

— Seyyid Kutub

فَٱنطَلَقُواْ وَهُمْ يَتَخَٰفَتُونَ ﴿٢٣

Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ve gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.

— İbni Kesir

(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.

— Diyanet İşleri

Derken onlar aralarında fısıldaşarak gitdiler:

— Hasan Basri Çantay

Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı:

— Seyyid Kutub

أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا ٱلْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ ﴿٢٤

Sakın bu gün aranıza bir miskîn sokulmasın diyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Sakın bugün hiç bir yoksul çıkmasın karşınıza ve oraya girmesin, diye.

— İbni Kesir

(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.

— Diyanet İşleri

«Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul (çıkıb) oraya girmesin» diye.

— Hasan Basri Çantay

Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.

— Seyyid Kutub

وَغَدَوْاْ عَلَىٰ حَرْدٍ قَٰدِرِينَ ﴿٢٥

Sırf bir mena gücleri yeterek erkenden gittiler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler.

— İbni Kesir

(Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.

— Diyanet İşleri

(Fakirleri) men'e (sanki) gücleri yetecek adamlar tavriyle erkenden gitdiler.

— Hasan Basri Çantay

Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden gittiler.

— Seyyid Kutub

فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ ﴿٢٦

Vakta ki o bağı gördüler, biz, dediler: her halde yanlış gelmişiz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onu gördüklerinde dediler ki: Herhalde biz yanlış geldik.

— İbni Kesir

Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.

— Diyanet İşleri

Fakat onu (bu halde) görüverince dediler ki: «Her halde biz yanlış gelenleriz».

— Hasan Basri Çantay

Fakat bahçeyi görünce «Herhalde biz yolu şaşırdık» dediler.

— Seyyid Kutub

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٢٧

Yok biz mahrum edilmişiz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Hayır, belki de biz mahrum bırakıldık.

— İbni Kesir

(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.

— Diyanet İşleri

(Sonra hakıykatı anlayınca da) «Hayır, biz mahrum (kalmış) larız».

— Hasan Basri Çantay

Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık.

— Seyyid Kutub

قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٢٨

Ortancaları (en mutedilleri) demedim mi size: tesbîh etseydiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ortancaları dedi ki: Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?

— İbni Kesir

Onların en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.

— Diyanet İşleri

Ortancaları: «Ben size demedim mi? (Allâhı) tenzîh etmeli değil miydiniz?» dedi.

— Hasan Basri Çantay

Ortancaları, «Ben size demedim mi? Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmeniz gerekmez miydi?» dedi.

— Seyyid Kutub

قَالُواْ سُبْحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ﴿٢٩

Sübhansın ya Rabbena! Dediler: bizler doğrusu zalimlermişiz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Dediler ki: Tesbih ederiz Seni Rabbımız, gerçekten biz, zalimlerden olmuşuz.

— İbni Kesir

Onlar, “Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz” dediler.

— Diyanet İşleri

«Seni (tesbîh ve) tenzîh ederiz ey Rabbimiz. Hakıykaten biz zaalimlermişiz» dediler.

— Hasan Basri Çantay

«Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz kendi kendimize zulüm etmişiz» dediler.

— Seyyid Kutub

AYARLAR