بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

إِنَّا بَلَوْنَٰهُمْ كَمَا بَلَوْنَآ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُواْ لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ ﴿١٧

Biz, o bağçe saahiblerini nasıl belâya uğratdiysek muhakkak bunları da belâlandırdık. Hani (bağçe saahibleri) sabah olunca onu mutlakaa devşireceklerine, biçeceklerine yemîn etmişlerdi.

— Hasan Basri Çantay

وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿١٨

(Bu babda) istisna da yapmıyorlardı.

— Hasan Basri Çantay

فَطَافَ عَلَيْهَا طَآئِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَآئِمُونَ ﴿١٩

Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir belâ onu sardı da.

— Hasan Basri Çantay

فَأَصْبَحَتْ كَٱلصَّرِيمِ ﴿٢٠

(O bağçe) simsiyah kesiliverdi.

— Hasan Basri Çantay

فَتَنَادَوْاْ مُصْبِحِينَ ﴿٢١

İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar.

— Hasan Basri Çantay

أَنِ ٱغْدُواْ عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَٰرِمِينَ ﴿٢٢

«Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmiye) çıkın» diye.

— Hasan Basri Çantay

فَٱنطَلَقُواْ وَهُمْ يَتَخَٰفَتُونَ ﴿٢٣

Derken onlar aralarında fısıldaşarak gitdiler:

— Hasan Basri Çantay

أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا ٱلْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ ﴿٢٤

«Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul (çıkıb) oraya girmesin» diye.

— Hasan Basri Çantay

وَغَدَوْاْ عَلَىٰ حَرْدٍ قَٰدِرِينَ ﴿٢٥

(Fakirleri) men'e (sanki) gücleri yetecek adamlar tavriyle erkenden gitdiler.

— Hasan Basri Çantay

فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ ﴿٢٦

Fakat onu (bu halde) görüverince dediler ki: «Her halde biz yanlış gelenleriz».

— Hasan Basri Çantay

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٢٧

(Sonra hakıykatı anlayınca da) «Hayır, biz mahrum (kalmış) larız».

— Hasan Basri Çantay

AYARLAR