بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّا بَلَوۡنَٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِينَ ١٧
O bağ sahiblerini belâlandırdığımız gibi; o sıra ki yemin etmişlerdi: sabah olunca onu mutlaka divşireceklerdi.
Biz; vaktiyle o bahçe sahiplerini denediğimiz gibi bunları da denedik. Hani sabah olunca; onu mutlaka devşireceklerine ve biçeceklerine yemin etmişlerdi.
Şüphesiz biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
Biz, o bağçe saahiblerini nasıl belâya uğratdiysek muhakkak bunları da belâlandırdık. Hani (bağçe saahibleri) sabah olunca onu mutlakaa devşireceklerine, biçeceklerine yemîn etmişlerdi.
Biz, vakti ile «bahçe sahiplerini» sınadığımız gibi, onları da sınadık. Hani onlar (bahçe sahipleri) sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin etmişlerdi.
وَلَا يَسۡتَثۡنُونَ ١٨
Bir istisna da yapmıyorlardı.
Bir istisna da yapmıyorlardı.
(Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
(Bu babda) istisna da yapmıyorlardı.
Onlar istisna da etmiyorlardı.
فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ ١٩
Derken ona Rabbından bir dolaşan dolaşıvermişti onlar uyuyorlardı.
Ama onlar, daha uykuda iken; Rabbının katından gönderilen bir salgın onu sardı da,
Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
Halbuki onlar uyurlarken hemen Rabbinden (gönderilen) dolaşıcı bir belâ onu sardı da.
Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de.
فَأَصۡبَحَتۡ كَٱلصَّرِيمِ ٢٠
Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti.
O, kupkuru kesildi.
Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
(O bağçe) simsiyah kesiliverdi.
Bahçe simsiyah olmuştu.
فَتَنَادَوۡاْ مُصۡبِحِينَ ٢١
Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.
Sabah erken birbirlerine seslendiler;
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
İşte sabaha karşı birbirlerini çağırdılar.
Sabahleyin birbirlerine seslendiler.
أَنِ ٱغۡدُواْ عَلَىٰ حَرۡثِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰرِمِينَ ٢٢
Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) erkence koşun dediler.
Mahsullerinizi devşirecekseniz erkence çıkın, diye.
(21-22) Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
«Devşirecekseniz erkence mahsulünüzü (devşirmiye) çıkın» diye.
Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden ekininize gidin diye.
فَٱنطَلَقُواْ وَهُمۡ يَتَخَٰفَتُونَ ٢٣
Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:
Ve gizli gizli konuşarak yürüyorlardı.
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
Derken onlar aralarında fısıldaşarak gitdiler:
Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı:
أَن لَّا يَدۡخُلَنَّهَا ٱلۡيَوۡمَ عَلَيۡكُم مِّسۡكِينٞ ٢٤
Sakın bu gün aranıza bir miskîn sokulmasın diyorlardı.
Sakın bugün hiç bir yoksul çıkmasın karşınıza ve oraya girmesin, diye.
(23-24) Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
«Sakın bugün karşınıza hiçbir yoksul (çıkıb) oraya girmesin» diye.
Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.
وَغَدَوۡاْ عَلَىٰ حَرۡدٖ قَٰدِرِينَ ٢٥
Sırf bir mena gücleri yeterek erkenden gittiler.
Güçleri yetermiş gibi erkenden gittiler.
(Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
(Fakirleri) men'e (sanki) gücleri yetecek adamlar tavriyle erkenden gitdiler.
Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden gittiler.
فَلَمَّا رَأَوۡهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ ٢٦
Vakta ki o bağı gördüler, biz, dediler: her halde yanlış gelmişiz.
Onu gördüklerinde dediler ki: Herhalde biz yanlış geldik.
Fakat bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!” dediler.
Fakat onu (bu halde) görüverince dediler ki: «Her halde biz yanlış gelenleriz».
Fakat bahçeyi görünce «Herhalde biz yolu şaşırdık» dediler.
بَلۡ نَحۡنُ مَحۡرُومُونَ ٢٧
Yok biz mahrum edilmişiz.
Hayır, belki de biz mahrum bırakıldık.
(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
(Sonra hakıykatı anlayınca da) «Hayır, biz mahrum (kalmış) larız».
Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık.