بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يَوۡمَ تَمُورُ ٱلسَّمَآءُ مَوۡرٗا ٩
O gün ki Semâ bir çalkanış çalkanır.
O gün; gök, sarsıldıkça sarsılır,
O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.
O gün gök sallanıb çalkanır,
O gün gök, sarsıldıkça çalkalanacak.
وَتَسِيرُ ٱلۡجِبَالُ سَيۡرٗا ١٠
Dağlar da bir yürüyüş yürür.
Dağlar, yürüdükçe yürür.
Dağlar yürüdükçe yürür.
Dağlar (yerinden kopub) yürür.
Dağlar bir yürüyüş yürür ki...
فَوَيۡلٞ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡمُكَذِّبِينَ ١١
Vay artık o gün o yalan diyenlere.
İşte o gün; yalanlayanların vay haline.
(11-12) İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!
Vay artık o gün (peygamberleri önce) tekzib edenlere!
O gün, yalanlayanların vay haline.
ٱلَّذِينَ هُمۡ فِي خَوۡضٖ يَلۡعَبُونَ ١٢
Ki onlar daldıkları bir batakta oynayıp duruyorlar.
Onlar ki; daldıkları batıl içinde oyalanıp durmaktadırlar.
(11-12) İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!
Ki onlar daldıkları baatıl içinde oynayıb duranlardır.
Ki onlar o daldıkları batıl içinde oyalanıp duranlardır.
يَوۡمَ يُدَعُّونَ إِلَىٰ نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا ١٣
O gün ki cehenneme bir kakılış kakılacaklar.
O gün; cehennem ateşine itildikçe itilirler.
(13-14) Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir” denilir.
O gün onlar cehennem ateşine itilib kakılırlar.
O gün şöyle denilerek cehennem ateşine itilirler:
هَٰذِهِ ٱلنَّارُ ٱلَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ ١٤
İşte diye: bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateş.
Yalanlayıp durduğunuz ateş, işte budur.
(13-14) Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir” denilir.
(Şöyle denilecek:) «İşte sizin yalan saymakda idiğiniz ateş budur».
«İşte yalanlayıp durduğunuz cehennem budur!
أَفَسِحۡرٌ هَٰذَآ أَمۡ أَنتُمۡ لَا تُبۡصِرُونَ ١٥
Buda mı sihir? Yoksa siz görmüyorsunuz?
Bu bir büyü müdür, yoksa siz görmüyor musunuz?
“Bu Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?”
«(Peki) bu da mı sihir?! Yoksa siz (yine büyülendiniz de) görmüyor musunuz»?!
Bir büyü müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?
ٱصۡلَوۡهَا فَٱصۡبِرُوٓاْ أَوۡ لَا تَصۡبِرُواْ سَوَآءٌ عَلَيۡكُمۡۖ إِنَّمَا تُجۡزَوۡنَ مَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ١٦
Yaslanın ona bakalım, ister sabredin, ister etmeyin, artık hepsi bir, hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
Girin oraya. Sabretseniz de, sabretmeseniz de artık birdir. Çünkü siz; ancak yapmakta olduklarınızla cezalandırılıyorsunuz.
“Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor.”
Girin oraya! İster dayanın, ister dayanmayın, sizce birdir. Siz ancak yapageldiklerinizin cezasına çarpılıyorsunuz».
Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Anlattıklarımıza göre cezalandırılacaksınız.»
إِنَّ ٱلۡمُتَّقِينَ فِي جَنَّٰتٖ وَنَعِيمٖ ١٧
Fakat korunan müttakıler cennetler, nimetler içinde.
Muhakkak ki muttakiler; cennetler ve nimetlerdedirler.
(17-18) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.
Şübhesiz ki (fenâlıkdan) sakınanlar cennetler, ni'met (ler) içindedirler,
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar da cennetlerde, nimet içindedirler.
فَٰكِهِينَ بِمَآ ءَاتَىٰهُمۡ رَبُّهُمۡ وَوَقَىٰهُمۡ رَبُّهُمۡ عَذَابَ ٱلۡجَحِيمِ ١٨
Rab’lerinin kendilerine verdiği ile zevkyab olmaktadırlar, Rab’leri korumuştur da onları o Cahim azâbından.
Rabblarının kendilerine verdikleriyle mutlu olarak. Rabbları onları cehennem azabından da korumuştur.
(17-18) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.
Rablerinin kendilerine verdiği ile zevkyâb olarak. Rableri onları o çılgın cehennemin azabından korumuşdur.
Rabblerinin kendilerine verdikleriyle sefa sürerler. Rabbleri onları, cehennem azabından korumuştur.
كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓـَٔۢا بِمَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ١٩
Yeyin için, afiyetler olsun çalıştığınız için.
İşlediklerinize karşılık afiyetle yeyin, için.
(19-20) Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.
(Şöyle denilir:) «(İyi) amel (ve hareket) etmiş olduğunuz için aafiyetle yeyin, için».
Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için!