بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَمَنَّ ٱللَّهُ عَلَيۡنَا وَوَقَىٰنَا عَذَابَ ٱلسَّمُومِ ٢٧
Bakınız Allah bize lûtf etti ve bizleri o semûm azâbından korudu.
Allah; bize, lutfetti de bizi gözeneklere işleyen o Semum azabından korudu.
“Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
«İşte Allah bize (mağfiret ve rahmetini) lûtfetdi. Bizi sâm yeli azabından korudu».
Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azabtan korudu.
إِنَّا كُنَّا مِن قَبۡلُ نَدۡعُوهُۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡبَرُّ ٱلرَّحِيمُ ٢٨
Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle Rahim.
Gerçekten biz, bundan önce de O'na dua ediyorduk. Muhakkak ki O'dur O Berr, Rahim.
“Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”
«Gerçek biz bundan evvel (müvahhid olarak) Ona ibâdet ediyorduk. Şübhesiz ki O, (evet) O, (va'dinde saadık) ihsanı bol, çok esirgeyicidir».
Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O.
فَذَكِّرۡ فَمَآ أَنتَ بِنِعۡمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٖ وَلَا مَجۡنُونٍ ٢٩
O halde vaaz-u tezkire devam et, çünkü sen, Rabbi’nin nimeti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun.
Sen; öğüt ver. Rabbının nimeti sayesinde sen; ne bir kahinsin, ne de bir deli.
(Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
(Habîbim) sen hemen öğüt vermekde devam et. Öyle ya, sen Rabbinin ni'meti sayesinde ne bir kâhin, ne de bir mecnun değilsin.
Ey Muhammed! Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ne de delisin.
أَمۡ يَقُولُونَ شَاعِرٞ نَّتَرَبَّصُ بِهِۦ رَيۡبَ ٱلۡمَنُونِ ٣٠
Yoksa "bir şâir biz ona zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetiyoruz" mu diyorlar?
Yoksa derler mi ki: Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.
Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?
Yoksa «(O), bir şâirdir, biz onun, zamanın felâketli haadiseleri (ne çarpılması) nı gözetliyoruz» mu diyorlar?
Yoksa onlar: «Muhammed bir şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz» mu diyorlar?
قُلۡ تَرَبَّصُواْ فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ ٱلۡمُتَرَبِّصِينَ ٣١
De ki: gözetin çünkü ben de sizinle gözetenlerdenim.
De ki: Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.
Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
De ki: «Bekleyin. Çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim».
De ki: «Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim.»
أَمۡ تَأۡمُرُهُمۡ أَحۡلَٰمُهُم بِهَٰذَآۚ أَمۡ هُمۡ قَوۡمٞ طَاغُونَ ٣٢
Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavim midirler?
Bunu kendilerine akılları mı buyuruyor, yoksa onlar, azgın bir kavim midirler?
Bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
Yahud bunu kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgınlar güruhu mudur?
Onların akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
أَمۡ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۥۚ بَل لَّا يُؤۡمِنُونَ ٣٣
Yoksa onu (o Kur'an’ı) kendisi uydurmakta mı diyorlar? Hayır kendileri inanmazlar.
Yoksa; onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler.
Yoksa “O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar.
Yahud onu kendisi mi uydurub söyledi diyorlar? Hayır, onlar îman etmezler.
Yoksa «Onu uydurdu» mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar.
فَلۡيَأۡتُواْ بِحَدِيثٖ مِّثۡلِهِۦٓ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ ٣٤
Haydi onun gibi bir söz getirsinler, doğru iseler.
Şayet sadıklardan iseler, onun benzeri bir söz getirsinler.
Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!
Öyleyse onlar da, eğer doğru söyleyenlerse, onun gibi (velev uydurma) bir söz getirsinler!
İddialarında samimi iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.
أَمۡ خُلِقُواْ مِنۡ غَيۡرِ شَيۡءٍ أَمۡ هُمُ ٱلۡخَٰلِقُونَ ٣٥
Yoksa kendileri hiçbir şey olmadan (yani yaratıcısız) mı yaratıldılar? Yoksa yaratan onlar mıdırlar?
Onlar; hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar, yoksa kendileri midir yaratanları?
Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?
Yoksa onlar bir şeysiz olarak mı yaratdılar? Yahud (kendilerinin) yaratıcıları kendileri midir?!
Yoksa kendileri, hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar. Yoksa yaratanlar kendileri midir?
أَمۡ خَلَقُواْ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَۚ بَل لَّا يُوقِنُونَ ٣٦
Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır iykan ehli değiller.
Yoksa, gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır onlar, iyi bilmiyorlar.
Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.
Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yaratdılar? Hayır, onlar (Allahın birliğini, kudretini) iyi bilmiyorlar.
Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar düşünüp te inanmazlar.
أَمۡ عِندَهُمۡ خَزَآئِنُ رَبِّكَ أَمۡ هُمُ ٱلۡمُصَۜيۡطِرُونَ ٣٧
Yoksa Rabbi’nin hazîneleri onların yanında mı? yoksa onlar mı istiylâ etmişler?
Yoksa, Rabbının hazineleri onların yanında mıdır? Veya işe hakim olanlar onlar mıdır?
Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?
Yahud Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Veya onlar (eşyâyi diledikleri gibi tedbîre) haakim ve gaalib kimseler mi?
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da herşeye hakim olan kendileri midir?