بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
مُتَّكِـِٔينَ عَلَىٰ سُرُرٖ مَّصۡفُوفَةٖۖ وَزَوَّجۡنَٰهُم بِحُورٍ عِينٖ ٢٠
Dayanarak, sıra sıra dizilmiş âlâ koltuklara, eş etmişizdir de kendilerine güzel iri gözlü hurîleri.
Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslanarak. Ve onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirdik.
(19-20) Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.
«Sıra sıra dizilmiş tahtlara yaslananlar olarak». Biz onlara şahin gözlü huurîleri eş yapdık.
Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak. Onları, iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَٱتَّبَعَتۡهُمۡ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَٰنٍ أَلۡحَقۡنَا بِهِمۡ ذُرِّيَّتَهُمۡ وَمَآ أَلَتۡنَٰهُم مِّنۡ عَمَلِهِم مِّن شَيۡءٖۚ كُلُّ ٱمۡرِيِٕۭ بِمَا كَسَبَ رَهِينٞ ٢١
Ve İman edenleri ki zürriyyetleri de iman ile arkalarından gelmiş, zürriyyetlerini kendilerine ilhak etmişizdir, bununla beraber kendilerine amellerinden hiç bir şey eksiltmemişizdir, herkes kazancına bağlıdır.
İman edip de soyları da imanda kendilerine tabi olanlar; onlara, soylarını da kattık. Onların işlediklerinden hiç bir şey eksiltmedik. Herkes kazandığı ile bağlıdır.
İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.
İman edib de zürriyyetleri de îman ile kendilerine tâ'bi olanlar (yok mu?) biz onların nesillerini de kendilerine katdık. Kendilerinin amelinden bir şey de eksiltmedik. Herkes kazancı mukaabilinde bir rehindir.
İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır.
وَأَمۡدَدۡنَٰهُم بِفَٰكِهَةٖ وَلَحۡمٖ مِّمَّا يَشۡتَهُونَ ٢٢
Birde onlara bir meyve ve içlerinin çekeceği bir et yetiştirmekteyizdir.
Onlara, diledikleri meyve ve etten bol bol vermişizdir.
Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.
Onlara canlarının isteyeceği meyve (ler) i, et (ler) i de bol bol verdik.
Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.
يَتَنَٰزَعُونَ فِيهَا كَأۡسٗا لَّا لَغۡوٞ فِيهَا وَلَا تَأۡثِيمٞ ٢٣
Orada bir peymâne çekiştirirler ki ne bir saçmalama vardır onda ne bir günaha sokma.
Orada öyle bir kadehi devrederler ki; onda, bir saçmalama ve günaha sokma yoktur.
Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar.
Orada birbirleriyle öyle kadeh çekişirler ki! Onda ne bir saçmalama, ne de bir günâha sokma yokdur.
Orada bir kadehi kapışırlar fakat onda ne saçmalama vardır, ne de günaha sokma.
۞ وَيَطُوفُ عَلَيۡهِمۡ غِلۡمَانٞ لَّهُمۡ كَأَنَّهُمۡ لُؤۡلُؤٞ مَّكۡنُونٞ ٢٤
Bırıl bırıl da üzerlerine döner kendilerine mahsus hizmetciler, sanki sadeflerinde saklı inciler.
Sedefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendileri için etraflarında döner.
Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
O sadefleri içinde gizlenmiş inci gibi civanlar da kendilerine (hizmet için) etraflarında döner (ler).
Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.
وَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضٖ يَتَسَآءَلُونَ ٢٥
Ve bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır.
Birbirlerine dönüp sorarlar:
Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.
(Ehl-i cennet) birbirine yönelib (hallerini ve amellerini) soruşdururlar,
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
قَالُوٓاْ إِنَّا كُنَّا قَبۡلُ فِيٓ أَهۡلِنَا مُشۡفِقِينَ ٢٦
Demektedirler: evet biz bundan evvel ilimizde korkular içinde idik.
Derler ki: Gerçekten biz, bundan önce ailelerimiz arasında korku içindeydik.
Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık.”
(Şöyle) diyerek: «Biz hakıykat bundan evvel (dünyâda) ailelerimiz içinde (aakıbetimizden) korkanlardık».
Derler ki: «Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık.»
فَمَنَّ ٱللَّهُ عَلَيۡنَا وَوَقَىٰنَا عَذَابَ ٱلسَّمُومِ ٢٧
Bakınız Allah bize lûtf etti ve bizleri o semûm azâbından korudu.
Allah; bize, lutfetti de bizi gözeneklere işleyen o Semum azabından korudu.
“Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
«İşte Allah bize (mağfiret ve rahmetini) lûtfetdi. Bizi sâm yeli azabından korudu».
Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azabtan korudu.
إِنَّا كُنَّا مِن قَبۡلُ نَدۡعُوهُۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡبَرُّ ٱلرَّحِيمُ ٢٨
Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle Rahim.
Gerçekten biz, bundan önce de O'na dua ediyorduk. Muhakkak ki O'dur O Berr, Rahim.
“Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”
«Gerçek biz bundan evvel (müvahhid olarak) Ona ibâdet ediyorduk. Şübhesiz ki O, (evet) O, (va'dinde saadık) ihsanı bol, çok esirgeyicidir».
Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O.
فَذَكِّرۡ فَمَآ أَنتَ بِنِعۡمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٖ وَلَا مَجۡنُونٍ ٢٩
O halde vaaz-u tezkire devam et, çünkü sen, Rabbi’nin nimeti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun.
Sen; öğüt ver. Rabbının nimeti sayesinde sen; ne bir kahinsin, ne de bir deli.
(Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
(Habîbim) sen hemen öğüt vermekde devam et. Öyle ya, sen Rabbinin ni'meti sayesinde ne bir kâhin, ne de bir mecnun değilsin.
Ey Muhammed! Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ne de delisin.
أَمۡ يَقُولُونَ شَاعِرٞ نَّتَرَبَّصُ بِهِۦ رَيۡبَ ٱلۡمَنُونِ ٣٠
Yoksa "bir şâir biz ona zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetiyoruz" mu diyorlar?
Yoksa derler mi ki: Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.
Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?
Yoksa «(O), bir şâirdir, biz onun, zamanın felâketli haadiseleri (ne çarpılması) nı gözetliyoruz» mu diyorlar?
Yoksa onlar: «Muhammed bir şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz» mu diyorlar?