بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَأۡتُواْ بِـَٔابَآئِنَآ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ ٣٦
Haydi getirin babalarımızı doğru iseniz.
Doğru sözlüler iseniz; bize babalarımıza getirsenize.
“Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”
«Eğer (da'vaanızda) doğrucular iseniz şimdi atalarımızı (dirilterek) getirin».
Doğru söylüyorsanız, babalarımızı getirin.
أَهُمۡ خَيۡرٌ أَمۡ قَوۡمُ تُبَّعٖ وَٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِهِمۡ أَهۡلَكۡنَٰهُمۡۚ إِنَّهُمۡ كَانُواْ مُجۡرِمِينَ ٣٧
Ya onlar mı hayırlı? Yoksa Tübbain kavmi ve onlardan evvelkilermi? Hep onları helâk ettik, çünkü mücrim idiler.
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba kavmi ile onlardan evvel gelenler mi? Biz, onları helak ettik. Muhakkak ki onlar, mücrimler idiler.
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba’ kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi.
Bunlar mı hayırlı, yoksa Tübba kavmi ve onlardan evvelki (ümmet) ler mi? Biz onları bile helak etdik. Çünkü onlar da günahkârdılar.
Peki onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi ve onlardan önce gelen kavimler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik.
وَمَا خَلَقۡنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ وَمَا بَيۡنَهُمَا لَٰعِبِينَ ٣٨
Ve biz o göklerle yeri ve aralarındakileri oyunculukla yaratmadık.
Biz; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun ve oyalanma olsun diye yaratmadık.
Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncular olarak yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık!
مَا خَلَقۡنَٰهُمَآ إِلَّا بِٱلۡحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٣٩
İkisini de ancak hak sebebiyle yarattık ve lâkin pek çokları bilmezler.
Biz; onları, ancak hak ile yarattık. Ne var ki onların çoğu, bilmezler.
Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.
Biz bunları hakkın ikaamesine sebeb olmakdan başka (bir hikmetle) yaratmadık. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Onları sadece hak ilkesine dayalı olarak yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
إِنَّ يَوۡمَ ٱلۡفَصۡلِ مِيقَٰتُهُمۡ أَجۡمَعِينَ ٤٠
Haberiniz olsun ki o fasıl günü hepinizin mikatıdır.
Muhakkak ki ayırdetme günü, hepsinin bir arada bulunacağı vakittir.
Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.
Şübhe yok ki o ayırd etme günü onların, topunun (va'd ve ta'yîn edilmiş) yakıtlarıdır.
Hüküm günü, hepsinin buluşacağı gündür.
يَوۡمَ لَا يُغۡنِي مَوۡلًى عَن مَّوۡلٗى شَيۡـٔٗا وَلَا هُمۡ يُنصَرُونَ ٤١
O gün ki yar yardan bir şey defedemez ve bir taraftan yardım da olunmazlar.
O gün; dostun dosta hiç bir yardımı olmaz, yardım da görmezler.
O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.
O gün yâr bile yârine, hiçbir şeyle, fâide vermez. Onlara (başka suretle) yardım da edilmez.
O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.
إِلَّا مَن رَّحِمَ ٱللَّهُۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ٤٢
Ancak Allah’ın rahmetiyle yarlıgadığı başka, çünkü o öyle Aziz öyle Rahimdir.
Ancak Allah'ın merhamet ettiği müstesna. Muhakkak ki O; Aziz, Rahim olanın kendisidir.
Yalnız, Allah’ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, çok merhamet edendir.
Allahın esirgediği kimseler böyle değil. Çünkü O, bizzat kâfirlerden intikaam almıya hakkıyle kaadir, (mü'minleri) çok esirgeyicidir.
Yalnız Allah'ın merhamet ettiği bunun dışındadır. Şüphesiz Allah, üstündür, esirgeyendir.
إِنَّ شَجَرَتَ ٱلزَّقُّومِ ٤٣
Şüphesiz o zakkum ağacı.
Doğrusu zakkum ağacı;
(43-44) Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
Şübhesiz o zakkum ağacı,
Zakkum ağacı.
طَعَامُ ٱلۡأَثِيمِ ٤٤
Çok vebal yüklenenin yemeğidir.
Günahkarların yiyeceğidir.
(43-44) Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.
günaha düşkün olanın yemeğidir.
Günahkarların yemeğidir.
كَٱلۡمُهۡلِ يَغۡلِي فِي ٱلۡبُطُونِ ٤٥
Pota gibi karınlarında kaynar.
Erimiş maden gibidir. Karınlarında kaynar,
(45-46) O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
(45-46) (O), sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar içinde kaynayacak erimiş ma'den (ler) gibidir.
Tıpkı erimiş madenler gibi karınlarında kaynar.
كَغَلۡيِ ٱلۡحَمِيمِ ٤٦
Hamîm kaynar gibi.
Suyun kaynaması gibi.
(45-46) O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
(45-46) (O), sıcak suyun kaynadığı gibi karınlar içinde kaynayacak erimiş ma'den (ler) gibidir.
Sıcak suyun kaynaması gibi.