بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
مِن فِرۡعَوۡنَۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَالِيٗا مِّنَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ٣١
Firavun’dan, çünkü o üstün müsriflerden idi.
Firavun'dan. Doğrusu o, azgın bir zorba idi.
(30-31) Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
(30-31) Andolsun ki biz İsrâîl oğullarını o zillet verici azâbdan, Fir'avndan kurtardık. Hakıykat o, haddi aşanlardan bir mütekebbirdi.
Yani Firavun'dan. Çünkü o haddi aşanlardan bir zorba idi.
وَلَقَدِ ٱخۡتَرۡنَٰهُمۡ عَلَىٰ عِلۡمٍ عَلَى ٱلۡعَٰلَمِينَ ٣٢
Ve şanım hakkı için: biz onları bir ilim üzere âlemîne karşı ihtiyar eylemiştik.
Ve andolsun ki; Biz, onları bile bile alemler üzerinde seçkin kıldık.
Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
Andolsun ki biz onlara — (hallerini) bilerek — (zamanlarındaki) âlemlerin üstünde bir imtiyaz vermişdik.
Andolsun biz, İsrailoğullarını, bir bilgiye göre alemlere üstün kıldık.
وَءَاتَيۡنَٰهُم مِّنَ ٱلۡأٓيَٰتِ مَا فِيهِ بَلَٰٓؤٞاْ مُّبِينٌ ٣٣
Ve onlara âyetlerden öylesini vermiştik ki onda açık bir nimet ile imtihan vardı.
Onlara ayetlerden öylelerini verdik ki; her birinde açıkça bir imtihan vardı.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.
Bir de onlara âyetlerden, her birinde açık birer imtihan (gizlenmiş) bulunan, şeyler verdik.
Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler verdik.
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَيَقُولُونَ ٣٤
Fakat şu berikiler diyorlar ki:
Bunlar gerçekten derler ki:
(34-35) Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”
(34-35) Hakıykat, şunlar mutlakaa: «O (ölüm), derler, ilk ölümümüzden başka (bir şey) değildir. Biz yeniden diriltilib kaldırılacak değiliz».
Bu inkarcılar da diyorlar ki:
إِنۡ هِيَ إِلَّا مَوۡتَتُنَا ٱلۡأُولَىٰ وَمَا نَحۡنُ بِمُنشَرِينَ ٣٥
İlk ölümümüzden ilerisi yok ve biz yeniden neşrolunacak değiliz.
O, ilk ölümümüzden başkası değildir. Ve biz, diriltilip kaldırılacaklar da değiliz.
(34-35) Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”
(34-35) Hakıykat, şunlar mutlakaa: «O (ölüm), derler, ilk ölümümüzden başka (bir şey) değildir. Biz yeniden diriltilib kaldırılacak değiliz».
Bir kez öleceğiz ve herşey bitecek. Biz dirilecek değiliz.
فَأۡتُواْ بِـَٔابَآئِنَآ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ ٣٦
Haydi getirin babalarımızı doğru iseniz.
Doğru sözlüler iseniz; bize babalarımıza getirsenize.
“Eğer doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”
«Eğer (da'vaanızda) doğrucular iseniz şimdi atalarımızı (dirilterek) getirin».
Doğru söylüyorsanız, babalarımızı getirin.
أَهُمۡ خَيۡرٌ أَمۡ قَوۡمُ تُبَّعٖ وَٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِهِمۡ أَهۡلَكۡنَٰهُمۡۚ إِنَّهُمۡ كَانُواْ مُجۡرِمِينَ ٣٧
Ya onlar mı hayırlı? Yoksa Tübbain kavmi ve onlardan evvelkilermi? Hep onları helâk ettik, çünkü mücrim idiler.
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba kavmi ile onlardan evvel gelenler mi? Biz, onları helak ettik. Muhakkak ki onlar, mücrimler idiler.
Bunlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba’ kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu kimselerdi.
Bunlar mı hayırlı, yoksa Tübba kavmi ve onlardan evvelki (ümmet) ler mi? Biz onları bile helak etdik. Çünkü onlar da günahkârdılar.
Peki onlar mı hayırlı, yoksa Tubba kavmi ve onlardan önce gelen kavimler mi? Suç işledikleri için biz onların hepsini helak ettik.
وَمَا خَلَقۡنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ وَمَا بَيۡنَهُمَا لَٰعِبِينَ ٣٨
Ve biz o göklerle yeri ve aralarındakileri oyunculukla yaratmadık.
Biz; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun ve oyalanma olsun diye yaratmadık.
Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri oyuncular olarak yaratmadık.
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık!
مَا خَلَقۡنَٰهُمَآ إِلَّا بِٱلۡحَقِّ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٣٩
İkisini de ancak hak sebebiyle yarattık ve lâkin pek çokları bilmezler.
Biz; onları, ancak hak ile yarattık. Ne var ki onların çoğu, bilmezler.
Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.
Biz bunları hakkın ikaamesine sebeb olmakdan başka (bir hikmetle) yaratmadık. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Onları sadece hak ilkesine dayalı olarak yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
إِنَّ يَوۡمَ ٱلۡفَصۡلِ مِيقَٰتُهُمۡ أَجۡمَعِينَ ٤٠
Haberiniz olsun ki o fasıl günü hepinizin mikatıdır.
Muhakkak ki ayırdetme günü, hepsinin bir arada bulunacağı vakittir.
Şüphesiz, hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.
Şübhe yok ki o ayırd etme günü onların, topunun (va'd ve ta'yîn edilmiş) yakıtlarıdır.
Hüküm günü, hepsinin buluşacağı gündür.
يَوۡمَ لَا يُغۡنِي مَوۡلًى عَن مَّوۡلٗى شَيۡـٔٗا وَلَا هُمۡ يُنصَرُونَ ٤١
O gün ki yar yardan bir şey defedemez ve bir taraftan yardım da olunmazlar.
O gün; dostun dosta hiç bir yardımı olmaz, yardım da görmezler.
O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.
O gün yâr bile yârine, hiçbir şeyle, fâide vermez. Onlara (başka suretle) yardım da edilmez.
O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.