بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَجَعَلۡنَا ذُرِّيَّتَهُۥ هُمُ ٱلۡبَاقِينَ ٧٧
Hem zürriyyetini bâkıy kalanlar kıldık.
Ve onun soyunu süreklilerin kendisi kıldık.
Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.
Zürriyyetini (yer yüzünde) devamlı kalanların ta kendileri kıldık.
Ancak O'nun soyunu sürekli kıldık.
وَتَرَكۡنَا عَلَيۡهِ فِي ٱلۡأٓخِرِينَ ٧٨
Hem de namına bıraktık sonrakiler içinde.
Sonrakiler arasında ona da bıraktık.
Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) ler arasında da ona (iyi bir nâm) bırakdık.
Sonra gelenler arasında O'na iyi bir ün bıraktık.
سَلَٰمٌ عَلَىٰ نُوحٖ فِي ٱلۡعَٰلَمِينَ ٧٩
Selâm Nuh’a bütün âlemler içinde.
Alemler içinde selam olsun Nuh'a.
Âlemler içinde Nûh’a selâm olsun!
(Bütün) âlemler içinde (bizden) Nuuha selâm.
Alemler içinde Nuh'a selâm olsun.
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٨٠
Biz böyle mükâfat ederiz işte muhsinlere.
Biz, ihsan edenleri; işte böyle mükafatlandırırız.
İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
Şübhesiz biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.
İşte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız.
إِنَّهُۥ مِنۡ عِبَادِنَا ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٨١
Çünkü o bizim mü'min kullarımızdan.
Doğrusu o; Bizim inanmış kullarımızdandı.
Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı.
Hakıykat o, bizim mü'min kullarımızdandı.
Çünkü O bizim, inanan kullarımızdandı.
ثُمَّ أَغۡرَقۡنَا ٱلۡأٓخَرِينَ ٨٢
Sonra da diğerlerini suya boğduk.
Sonra diğerlerini suda boğduk.
Sonra biz, diğerlerini suda boğduk.
Nihayet ötekilerini (suda) boğduk.
Sonra ötekileri (inanmayanları) suda boğduk.
۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِۦ لَإِبۡرَٰهِيمَ ٨٣
Şüphesiz İbrahim de onun kolundan.
Muhakkak ki İbrahim de onun yolunda olanlardandı.
Şüphesiz İbrahim de O’nun taraftarlarından idi.
Şübhesiz İbrâhîm de onun fırkasındandı.
İbrahim de Nuh'un milletindendi.
إِذۡ جَآءَ رَبَّهُۥ بِقَلۡبٖ سَلِيمٍ ٨٤
Çünkü Rabb’ine selîm bir kalb ile geldi.
Çünkü Rabbına selim bir kalb ile gelmişti.
Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti.
Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalb ile gelmişdi.
Çünkü tertemiz bir kalp ile Rabb'ine gelmişti.
إِذۡ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوۡمِهِۦ مَاذَا تَعۡبُدُونَ ٨٥
Çünkü babasına ve kavmine şöyle dedi: siz nelere tapıyorsunuz?
Hani babasına ve kavmine demişti ki: Neye ibadet ediyorsunuz?
Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: “Siz neye tapıyorsunuz?”
O zaman babasına ve kavmine demişdi ki: «Siz nelere tapıyorsunuz»?
Babasına ve kavmine: «Neye tapıyorsunuz?» demişti.
أَئِفۡكًا ءَالِهَةٗ دُونَ ٱللَّهِ تُرِيدُونَ ٨٦
Yalancılık etmek için mi Allah’dan başka ilâhlar istiyorsunuz?
Yalancılık etmek için mi, Allah'tan başka tanrılar mı istiyorsunuz?
“Allah’ı bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?”
«Yalancılık etmek için mi Allâhı bırakıb düzme Tanrılar diliyorsunuz»?
Allah'dan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz?
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٨٧
Siz Rabb’ül-âlemîn’i ne zannediyorsunuz?
Alemlerin Rabbı hakkındaki zannınız nedir?
“O hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?”
«Âlemlerin Rabbine zannınız nedir (böyle)»?
Alemlerin Rabb'i hakkındaki düşünceniz, zannınız nedir?