بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُواْ طَٰٓئِرُكُم مَّعَكُمۡ أَئِن ذُكِّرۡتُمۚ بَلۡ أَنتُمۡ قَوۡمٞ مُّسۡرِفُونَ ١٩
Dediler: sizin şum kuşunuz beraberinizde, ya. Nasihat edilirseniz öyle mi? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavmsınız.
Dediler ki: Uğursuzluğunuz sizinledir. Size öğüt verildi diye mi? Hayır, siz; çok aşırı giden bir kavimsiniz.
Elçiler de, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler.
(Onlar da): «Sizin uğursuzluğunuz, dediler, kendi berâberinizdedir. Size nasıyhat edilirse mi? Hayır, siz haddi aşıb taşanlar güruhusunuz».
Elçiler dediler ki; «uğursuzluk kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi oldu? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.»
وَجَآءَ مِنۡ أَقۡصَا ٱلۡمَدِينَةِ رَجُلٞ يَسۡعَىٰ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱتَّبِعُواْ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ٢٠
O esnada şehrin tâ ucundan bir er koşarak geldi, ey hemşerilerim: dedi: uyun o gönderilen Resuller’e.
Şehrin ötebaşından bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: Ey kavmim; gönderilmiş bulunan elçilere uyun.
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”
O şehrin en uc (kenar) ından koşarak bir adam geldi. «Ey kavmim, dedi, uyun o gönderilmiş olanlara».
Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: «Ey kavmim, elçilere uyun» dedi.
ٱتَّبِعُواْ مَن لَّا يَسۡـَٔلُكُمۡ أَجۡرٗا وَهُم مُّهۡتَدُونَ ٢١
Uyun sizden bir ecir istemiyen o zatlara ki onlar hidayete ermişlerdir.
Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar, hidayete erdirilmişlerdir.
“Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”
«Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere. Onlar hidâyete ermiş (zâtler) dir».
Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.
وَمَالِيَ لَآ أَعۡبُدُ ٱلَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيۡهِ تُرۡجَعُونَ ٢٢
Hem neyime kulluk etmeyeyim ben, o beni yaradana? Hep de döndürülüp ona götürüleceksiniz.
Ben, beni yaratmış olana neden kulluk etmeyeyim? Siz de O'na döndürüleceksiniz.
“Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”
«Ben, beni yaratana neden kulluk etmeyecekmişim? Siz (hepiniz) ancak Ona döndürü (lüb götürü) leceksiniz».
Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Sizde O'na döndürüleceksiniz.
ءَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِۦٓ ءَالِهَةً إِن يُرِدۡنِ ٱلرَّحۡمَٰنُ بِضُرّٖ لَّا تُغۡنِ عَنِّي شَفَٰعَتُهُمۡ شَيۡـٔٗا وَلَا يُنقِذُونِ ٢٣
Hiç, ben ondan başka mabudlar mı tutarım? Eğer o Rahman bana bir keder irâde buyurursa onların şefaati benden yana hiç bir şeye yaramaz ve Ben-î kurtaramazlar.
Ben, O'ndan başka tanrılar mı edinirim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek isterse; onların şefaatı bana hiç bir fayda sağlamaz ve beni kurtarmaz da.
“O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”
«Ben Ondan başka Tanrılar edinir miyim? Eğer O çok esirgeyici (Allah) bana bir zarar (yapmak) dilerse onların (iddia etdiğiniz) şefaati bana hiçbir şeyle fâide vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar».
Onu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.
إِنِّيٓ إِذٗا لَّفِي ضَلَٰلٖ مُّبِينٍ ٢٤
Şüphesiz ben o vakit açık bir dalâl içindeyim.
O takdirde ben de gerçekten apaçık bir sapıklık içerisinde olurum.
“O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”
«Şübhesiz ben o takdîrde mutlak apaçık bir sapıklık içindeyim (demek) dir».
O takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum.
إِنِّيٓ ءَامَنتُ بِرَبِّكُمۡ فَٱسۡمَعُونِ ٢٥
Haberiniz olsun ki ben Rabb’inize iman getirdim, gelin dinleyin beni.
Şüphesiz ki ben, Rabbınıza inandım. Artık beni dinleyin.
“Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”
«Gerçek, ben Rabbinize îman etdim. İşte bunu benden duyun».
Şüphesiz ben Rabb'inize inandım, beni dinleyin.
قِيلَ ٱدۡخُلِ ٱلۡجَنَّةَۖ قَالَ يَٰلَيۡتَ قَوۡمِي يَعۡلَمُونَ ٢٦
Denildi ki: haydi gir cennete! Keşke, dedi, nolurdu kavmım bilselerdi?
Cennete gir, denilince, dedi ki: Keşki kavmim bilir olsaydı;
(26-27) (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
(Ona): «gir cennete denildi. (O da) «Nolurdu, dedi, kavmim bilselerdi»,
O'na «cennete gir» denilince «Keşke kavmim bilseydi.»
بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ ٱلۡمُكۡرَمِينَ ٢٧
Rabbim bana ne mağrifet buyurdu. Beni ikram olunan kullarından kıldı.
Rabbımın beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını.
(26-27) (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
«Rabbimin beni yarlığadığını, beni (cennetle) ikram edilenlerden kıldığını».
Rabb'imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını dedi.
۞ وَمَآ أَنزَلۡنَا عَلَىٰ قَوۡمِهِۦ مِنۢ بَعۡدِهِۦ مِن جُندٖ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ ٢٨
Arkasından ise kavminin üzerine Semâ’dan bir ordu indirmedik indirecek de değildik.
Ondan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, zaten indirecek de değildik.
Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.
Ondan sonra kavminin üzerine gökden hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik.
Ondan sonra, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, zaten indirecek te değildik.
إِن كَانَتۡ إِلَّا صَيۡحَةٗ وَٰحِدَةٗ فَإِذَا هُمۡ خَٰمِدُونَ ٢٩
O yalnız bir sayha oldu derhal sönüverdiler.
Sadece, bir tek çığlık oldu. Ve onlar hemen sönüp gittiler.
Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.
(Onların yakalanması, yahud ukuubeti) birtek sayhadan başka (bir şeyle) değildi. Artık hemen sönü (b gidi) verenler (oldular).
Sadece korkunç bir ses oldu, hemen sönüp gittiler.