بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ ٱلنَّبِيِّۦنَ مِيثَٰقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَٰهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَى ٱبْنِ مَرْيَمَۖ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَٰقًا غَلِيظًا ﴿٧

Ve unutma o peygamberden mîsaklarını aldığımız vakti: hele senden ve Nûh ve İbrahim ve Musâ ve İsâ İbn-î Meryem’den ki onlardan ağır bir mîsak aldık.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Hani Biz; peygamberlerden söz almıştık. Senden de, Nuh'tan da, İbrahim' den de, Musa'dan da, Meryem Oğlu İsa'dan da. Ve onlardan ağır bir misak almıştık.

— İbni Kesir

Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık.

— Diyanet İşleri

Hatırla o zaman» ki biz peygamberlerden mîsaklarını almışdık. Senden de, Nuuhdan da, İbrâhîmden de, Musa ile Meryemin oğlu İsâdan da. (Evet) biz onlardan (öyle) sapasağlam bir mîsaak aldık.

— Hasan Basri Çantay

Hani «biz Peygamberlerden söz almıştık, senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan, pek sağlam bir söz aldık.»

— Seyyid Kutub

لِّيَسْـَٔلَ ٱلصَّٰدِقِينَ عَن صِدْقِهِمْۚ وَأَعَدَّ لِلْكَٰفِرِينَ عَذَابًا أَلِيمًا ﴿٨

Sadıklara sadakatlerinden soracağı için, kâfirler için ise elîm bir azâb hazırladık.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Sadıklardan sadakatlarını sormak için. Ve O kafirlere elim bir azab hazırlamıştır.

— İbni Kesir

(Allah, bunu) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.) Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır.

— Diyanet İşleri

Tâki (Allah) o saadıklara sadâkatları sorsun. O kâfirler için pek acıklı bir azâb hazırladı.

— Hasan Basri Çantay

Allah, doğrulardan doğruluklarını sormak ve kafirlere can yakıcı azap hazırlamak için bunu yapmıştır.

— Seyyid Kutub

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ ٱذْكُرُواْ نِعْمَةَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَآءَتْكُمْ جُنُودٌ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا وَجُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَاۚ وَكَانَ ٱللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا ﴿٩

Ey o bütün iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın: O vakit ki size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve görmediğiniz ordular salıvermiştik ve ne yapıyordunuz Allah görüyordu.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ey iman edenler; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah; yaptıklarınızı görendir.

— İbni Kesir

Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

— Diyanet İşleri

Ey îman edenler, Allahın üzerinizdeki (bunca) ni'metini hatırlayın, o zamanda ki size (düşman) ordular (ı) saldırmışdı da biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermişdik. Allah, ne işlerseniz (hepsini) hakkıyle görendir.

— Hasan Basri Çantay

Ey mü'minler! Allah'ın size yönelik nimetini hatırlayın, bir zaman üzerinize ordular gelmişti de, biz onların üzerine rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu.

— Seyyid Kutub

إِذْ جَآءُوكُم مِّن فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَإِذْ زَاغَتِ ٱلْأَبْصَٰرُ وَبَلَغَتِ ٱلْقُلُوبُ ٱلْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِٱللَّهِ ٱلظُّنُونَاْ ﴿١٠

O vakit ki hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan, ve o vakit ki gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve Allah’a türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Hani onlar size, hem üstünüzden hem de altınızdan gelmişlerdi. Ve hani gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti ve siz Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

— İbni Kesir

Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.

— Diyanet İşleri

O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmışdı ve siz Allaha karşı (türlü) zanlarda bulunuyordunuz.

— Hasan Basri Çantay

Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz.

— Seyyid Kutub

هُنَالِكَ ٱبْتُلِىَ ٱلْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُواْ زِلْزَالًا شَدِيدًا ﴿١١

İşte burada mü'minler imtihan olunmuş ve şiddetli bir surette sarsılmışlar da sarsılmışlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

İşte orada mü'minler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.

— İbni Kesir

İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.

— Diyanet İşleri

İşte orada mü'minler imtihaana uğratılmışdı. Şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

— Hasan Basri Çantay

İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı.

— Seyyid Kutub

وَإِذْ يَقُولُ ٱلْمُنَٰفِقُونَ وَٱلَّذِينَ فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌ مَّا وَعَدَنَا ٱللَّهُ وَرَسُولُهُۥٓ إِلَّا غُرُورًا ﴿١٢

Ve o vakit ki münafıklar ve kalblerinde bir maraz bulunanlar "Allah ve Resul’ü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış" diyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ve hani münafıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar: Allah ve Rasulü bize sadece boş vaadlerde bulundular, diyorlardı.

— İbni Kesir

Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, “Allah ve Resûlü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar” diyorlardı.

— Diyanet İşleri

O vakit münafıklarla kalblerinde bir maraz bulunanlar «Allah ve Resulü bize bir aldatışdan başka bir şey va'd etmemiş» diyorlardı.

— Hasan Basri Çantay

Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler: «Allah ve Resulü bize sadece boş vaadlerde bulundu» diyorlardı.

— Seyyid Kutub

وَإِذْ قَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْهُمْ يَٰٓأَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَٱرْجِعُواْۚ وَيَسْتَـْٔذِنُ فَرِيقٌ مِّنْهُمُ ٱلنَّبِىَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِىَ بِعَوْرَةٍۖ إِن يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا ﴿١٣

Ve o vakit ki bunlardan bir taife "ey Yesrib ehalisi sizin için duracak yer yok hemen dönün" diyorlardı, yine onlardan bir kısmı da Peygamber’den izin istiyor "cidden evlerimiz açıktır" diyorlardı, halbuki açık değil, sırf kaçmak istiyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Hani onlardan bir grup demişti ki: Ey Medine halkı; sizin için tutunacak bir yer yok. Artık geri dönün. İçlerinden bir grup da peygamberden izin isteyerek diyorlardı ki: Evlerimiz düşmana açıktır. Halbuki evleri açık değildi. Onlar, sadece kaçmak istiyorlardı.

— İbni Kesir

Hani onlardan bir grup, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız yok. Haydi geri dönün” demişti. Onlardan bir başka grup da, “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.

— Diyanet İşleri

O zaman onlardan bir güruh: «Ey Yesrîb ahâlîsi, sizin için burada durmak yok. Hemen dönün» demiş (ler) di. Onlardan bir kısmı da: «Hakıykaten evleriniz açıkdır» diyorlar, peygamberden izin istiyor (lar) dı. Halbuki onlar (ın evleri) açık değildir. Onlar kaçmakdan başka bir şey arzu etmiyorlardı.

— Hasan Basri Çantay

Onlardan bir grup ta demişti ki; «Ey Medine halkı, artık tutunacak yeriniz yok, geri dönün!» Onlardan bir topluluk da «Evlerimiz düşmana açıktır» diye izin istemişlerdi. Oysa onların evleri düşmana açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.

— Seyyid Kutub

وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِم مِّنْ أَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُواْ ٱلْفِتْنَةَ لَءَاتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُواْ بِهَآ إِلَّا يَسِيرًا ﴿١٤

Ve eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra kendilerinden fitne istenilse derhal onu yapacaklardı, onunla da pek az duracaklardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Şayet onlara onun çevrelerinden varılmış olsaydı da fitne çıkarmaları istenseydi, hemen buna girişirler ve derhal yapmaktan geri durmazlardı.

— İbni Kesir

Eğer Medine’nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.

— Diyanet İşleri

Eğer (Medînenin) etrafından üzerlerine girilmiş olub da sonra kendilerinden fitne (çıkarmaları) istenseydi muhakkak ki bunu hemen yaparlar, bundan pek az (bir zamandan) fazla geri kalmazlardı.

— Hasan Basri Çantay

Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine saldırılsaydı, sonra da kendilerinden dinlerinden dönmeleri istense, çok azı hariç hemen dinlerinden dönerlerdi.

— Seyyid Kutub

وَلَقَدْ كَانُواْ عَٰهَدُواْ ٱللَّهَ مِن قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ ٱلْأَدْبَٰرَۚ وَكَانَ عَهْدُ ٱللَّهِ مَسْـُٔولًا ﴿١٥

Halbuki bundan evvel Allah’a ahid vermişlerdi: arkalarını dönmiyeceklerdi, Allah’ın ahdi ise mesuliyyetlidir, mutlak sorulur.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Andolsun ki; onlar, daha önceden sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Ve Allah'a verilen ahid, sorumluluktu.

— İbni Kesir

Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir.

— Diyanet İşleri

Halbuki onlar, andolsun, arkalarına dönmeyeceklerini daha evvel Allaha karşı teahhüd de etmişlerdi. Allaha verilen söz (ü nakz edenler) mes'uldür.

— Hasan Basri Çantay

Oysa arkalarına dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözden sorumluydular.

— Seyyid Kutub

قُل لَّن يَنفَعَكُمُ ٱلْفِرَارُ إِن فَرَرْتُم مِّنَ ٱلْمَوْتِ أَوِ ٱلْقَتْلِ وَإِذًا لَّا تُمَتَّعُونَ إِلَّا قَلِيلًا ﴿١٦

De ki eğer ölümden veya katlolunmadan kaçıyorsanız kaçmak size aslâ menfaat vermez, bilfarz verdiği takdirde de istifade ettirilmezsiniz, meğer ki pek az.

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçtıysanız; firar, size fayda vermeyecektir. Ve o zaman, çok az eğlendirileceksiniz.

— İbni Kesir

De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.”

— Diyanet İşleri

(Habîbim) de ki: «Eğer ölmekden, yahud öldürülmekden kaçıyorsanız, firarınız size asla fâide vermez. O takdîrde bile pek az bir (zaman) dan fazla fâidelenemezsiniz».

— Hasan Basri Çantay

De ki: «Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size fayda vermez. Kaçsanız bile az zaman yaşatılırsınız.»

— Seyyid Kutub

قُلْ مَن ذَا ٱلَّذِى يَعْصِمُكُم مِّنَ ٱللَّهِ إِنْ أَرَادَ بِكُمْ سُوٓءًا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۚ وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا ﴿١٧

De ki kimin haddine ki sizi Allah’dan saklasın, şâyed size felaket murad eder, yâhud size bir rahmet murad ederse? Hem Allah’dan başka kendilerine bir veliy de bulamazlar bir nasîr de.

— Elmalılı Hamdi Yazır

De ki: Allah sizin için bir kötülük dilerse veya bir rahmet dilerse; sizi O'na karşı koruyabilecek kimdir? Onlar Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazlar.

— İbni Kesir

De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.

— Diyanet İşleri

De ki: «Size bir fenalık dilerse Allahdan sizi koruyacak, yahud size bir rahmet dilerse (Ona mâni' olacak) kimdir»? Onlar kendileri için Allahdan başka hiçbir yâr ve hiçbir yardımcı bulamazlar.

— Hasan Basri Çantay

De ki: «Allah size bir kötülük dilerse veya bir rahmet isterse, O'na karşı kim sizi koruyabilir? Allah'tan başka dost ve yardımcı bulamazsınız.»

— Seyyid Kutub

AYARLAR