بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

أَوَلَمْ يَسِيرُواْ فِى ٱلْأَرْضِ فَيَنظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْۚ كَانُوٓاْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَأَثَارُواْ ٱلْأَرْضَ وَعَمَرُوهَآ أَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَآءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِٱلْبَيِّنَٰتِۖ فَمَا كَانَ ٱللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَٰكِن كَانُوٓاْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٩

Ya yeryüzünde gezib bir bakmadılar da mı? Nasıl olmuş akıbeti kendilerinden evvelkilerin? Kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler, arzı aktarmışlar ve onu kendilerinin imarından ziyade imar etmişlerdi, peygamberi de onlara beyyinat ile gelmişlerdi, demek Allah onlara zulmetmiyordu velâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar; yeryüzünde dolaşıp gezmezler mi ki, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görsünler. Onlat, kendilerinden daha kuvvetliydiler. Toprağı altüst etmişler ve onu kendilerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri onlara nice açık deliller getirmişti. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.

— İbni Kesir

(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

— Diyanet İşleri

Onlar yer (yüzün) de gezib de kendilerinden evvelkilerin aakıbetinin nice olduğuna bakmadılar mı? Onlar kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler. Toprağı ekmişler, alt üst etmişler, onu bunların i'maar etdiklerinden daha çok i'maar eylemişlerdi. Peygamberleri onlara da nice açık hüccetler getirmişlerdi. Demek, onlara Allah zulm etmiyordu, fakat kendilerine bizzat kendileri zulm ediyorlardı.

— Hasan Basri Çantay

Yeryüzünde gezip, kendilerinden önceki insanların sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp altüst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Onlara da elçileri, delillerle gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

— Seyyid Kutub

ثُمَّ كَانَ عَٰقِبَةَ ٱلَّذِينَ أَسَٰٓـُٔواْ ٱلسُّوٓأَىٰٓ أَن كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ وَكَانُواْ بِهَا يَسْتَهْزِءُونَ ﴿١٠

Sonra o fenalık yapanların akıbeti en fenası oldu, çünkü Allah’ın âyetlerini tekzib ettiler ve onlarla eğleniyorlardı.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Nihayet Allah'ın ayetlerini tekzib edip onları alaya alarak kötülük edenlerin akıbeti çok kötü oldu.

— İbni Kesir

Sonra, Allah’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu.

— Diyanet İşleri

Sonra kötülük eden (o ümmet) lerin aakıbeti ateş oldu. Çünkü onlar Allahın âyetlerini tekzîb etmişlerdi. Onları eğlenceye alıyorlardı.

— Hasan Basri Çantay

Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı.

— Seyyid Kutub

ٱللَّهُ يَبْدَؤُاْ ٱلْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُۥ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿١١

Allah halkı ilkin yapar, sonra da çevirir onu yeniden yapar, sonra hep döndürülüp ona götürüleceksiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Allah; ilkin yaratır, sonra onu iade eder. En sonunda hepiniz O'na döndürüleceksiniz.

— İbni Kesir

Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız O’na döndürüleceksiniz.

— Diyanet İşleri

Allah ilkin mahlûkunu yaratır, sonra onu (ölümünün ardından diriltib) alır. Nihayet hepiniz ancak Ona döndürül (üb götürül) e ceksiniz.

— Hasan Basri Çantay

Allah önce yaratır, ölümünden sonra tekrar diriltir. Sonunda O'na döneceksiniz.

— Seyyid Kutub

وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يُبْلِسُ ٱلْمُجْرِمُونَ ﴿١٢

O saat çattığı gün mücrimler her ümidi keserler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Kıyametin kopacağı gün, suçlular susacaklardır.

— İbni Kesir

Kıyametin kopacağı günde, suçlular hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşeceklerdir.

— Diyanet İşleri

Kıyametin kopacağı gün günahkârlar (huccetden ümîdlerini keserek) susacak (lar) dır.

— Hasan Basri Çantay

Kıyamet kopacağı gün suçlular ümitsizlik içinde susarlar.

— Seyyid Kutub

وَلَمْ يَكُن لَّهُم مِّن شُرَكَآئِهِمْ شُفَعَٰٓؤُاْ وَكَانُواْ بِشُرَكَآئِهِمْ كَٰفِرِينَ ﴿١٣

Kendilerine şeriklerinden şefaat edenler de bulunmaz, şeriklerine hep kâfir olmuşlardır.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ortaklarından da kendilerine hiçbir şefaatçı olmayacaktır. Onlar ortaklarını da inkar edeceklerdir.

— İbni Kesir

Onların, Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçılar da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.

— Diyanet İşleri

Ortaklarından da kendilerine şefâatcılar olmamışdır (olmayacakdır). Onlar ortaklarını da inkâr edeceklerdir.

— Hasan Basri Çantay

Allah'a ortak koştuklarından kendilerine hiçbir şefaatçı çıkmaz. O zaman ortaklarını inkâr ederler.

— Seyyid Kutub

وَيَوْمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ ﴿١٤

Hem o saat çattığı gün o gün ayırd olurlar.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Kıyametin kopacağı gün; işte o gün ayılırlar.

— İbni Kesir

Kıyametin kopacağı gün, işte o gün mü’minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.

— Diyanet İşleri

Kıyametin kopacağı gün, (evet) o gün (mü'minlerle kâfirler) birbirinden ayrılırlar.

— Hasan Basri Çantay

Kıyamet kopacağı gün, işte o gün mü'minlerle kâfirler birbirinden ayrılırlar.

— Seyyid Kutub

فَأَمَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ فَهُمْ فِى رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ ﴿١٥

Şimdi iman edip salih ameller yapmış olanlar, o vakit onlar bir ravzada neşelenirler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

İman edip salih amellerde bulunanlar; bir bahçededirler, ağırlanırlar.

— İbni Kesir

İman edip salih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet bahçelerinde sevindirilirler.

— Diyanet İşleri

Artık îman edib de güzel güzel amel (ve hareket) lerde bulunanlar (a gelince:) Onlar bir bağçede (yaşayıb) mesrur olurlar.

— Hasan Basri Çantay

İnanıp iyi işler yapanlar, cennette bir bahçe içinde neşelendirilirler.

— Seyyid Kutub

وَأَمَّا ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَلِقَآئِ ٱلْءَاخِرَةِ فَأُوْلَٰٓئِكَ فِى ٱلْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿١٦

Âyetlerimize ve Âhiret likasına yalan deyip de küfredenlere gelince işte bunlar o vakit azâb içinde ihzar olunurlar.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Küfredip de ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince; işte onlar, azab için hazır bulundurulurlar.

— İbni Kesir

İnkâr edip âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azabın içine atılacaklardır.

— Diyanet İşleri

Amma küfr (ve inkâr) edib de âyetlerimizi ve âhiret mülâkaatını yalan sayanlar, onlar da azâbda (kalmak üzere) ihzaar olunmuşlardır.

— Hasan Basri Çantay

İnkâr edip ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlara gelince; işte onlar azapla yüz yüze bırakılırlar.

— Seyyid Kutub

فَسُبْحَٰنَ ٱللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ ﴿١٧

O halde tesbih Allah’a, o zaman ki akşam edersiniz ve o zaman ki sabah edersiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Akşama girerken ve sabaha ererken hepiniz Allah'ı tesbih edin.

— İbni Kesir

Öyle ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah’ı tespih edin.

— Diyanet İşleri

Haydi akşama girerken, sabaha ererken Allâhı tenzîh (ve tesbîh) edin (namaz kılın).

— Hasan Basri Çantay

Öyle ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah'ı tesbih edin.

— Seyyid Kutub

وَلَهُ ٱلْحَمْدُ فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ ﴿١٨

Hem hamd ona göklerde ve yerde ve ikindileyin ve o zaman ki öğle edersiniz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ve hamd, O'nadır. Göklerde de, yerde de, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz vakitte de.

— İbni Kesir

Göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine girdiğinizde Allah’ı tespih edin.

— Diyanet İşleri

Göklerde ve yerde hamd Onundur. Gündüzün nihâyetinde de, öğle vakfına vardığınız vakıtda da (Allâhı tenzîh ve tesbîh edin, namaz kılın).

— Hasan Basri Çantay

Göklerde ve yerde, günün sonunda, öğleye erdiğiniz zaman da hamd O'nundur.

— Seyyid Kutub

يُخْرِجُ ٱلْحَىَّ مِنَ ٱلْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ ٱلْمَيِّتَ مِنَ ٱلْحَىِّ وَيُحْىِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ وَكَذَٰلِكَ تُخْرَجُونَ ﴿١٩

O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir, sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Yeryüzünü ölümünden sonra canlandırır. İşte böyle çıkarılacaksınız.

— İbni Kesir

Allah, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. Siz de (mezarlarınızdan) işte böyle çıkarılacaksınız.

— Diyanet İşleri

Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarıyor. Arzı, ölümünün ardından, O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böylece çıkarılacaksınız.

— Hasan Basri Çantay

O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır. Yeryüzünü ölümden sonra o canlandırır.

— Seyyid Kutub

AYARLAR