بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِن نَّشَأۡ نُنَزِّلۡ عَلَيۡهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ءَايَةٗ فَظَلَّتۡ أَعۡنَٰقُهُمۡ لَهَا خَٰضِعِينَ ٤
Dilersek üzerlerine Semâ’dan bir âyet indiriveririz de ona boyunları eğile kalır.
Dilersek, onlara gökten bir ayet indiririz de ona boyunları eğik kalır.
Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.
Eğer dilersek biz onların tepesine gökden bir âyet indiriveririz de ona boyunları eğilekalır.
Eğer dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik kalır.
وَمَا يَأۡتِيهِم مِّن ذِكۡرٖ مِّنَ ٱلرَّحۡمَٰنِ مُحۡدَثٍ إِلَّا كَانُواْ عَنۡهُ مُعۡرِضِينَ ٥
Bununla beraber Rahman’dan kendilerine yeni bir zikir gelmiyor ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
Onlara Rahman'dan bir öğüt geldiğinde, mutlaka ondan yüz çevirirler.
Rahmân’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
Kendilerine O çok esirgeyici (Allah) dan (vahy ile) yeni bir öğüd gelmeye dursun, ille bundan yüz çeviricidirler onlar.
Onlar son derece merhametli olan Allah'ın kendilerine gönderdiği her yeni uyarıya burun kıvırarak set çevirirler.
فَقَدۡ كَذَّبُواْ فَسَيَأۡتِيهِمۡ أَنۢبَٰٓؤُاْ مَا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَهۡزِءُونَ ٦
Evet tekzib etmekteler, fakat onlara o istihza ettikleri şeyin müdhiş haberleri gelecek.
Onlar, gerçekten yalanladılar. Ama alay edip durdukları şeylerin haberleri kendilerine yakında gelecektir.
Onlar (Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.
Şimdi (kat'î suretde) tekzîb etdiler. (Fakat) istihza edegeldikleri (hakıykatların mühim) haberleri yakında onlara gelecekdir.
Onlar yalanladılar. Fakat, alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüzyüze geleceklerdir.
أَوَلَمۡ يَرَوۡاْ إِلَى ٱلۡأَرۡضِ كَمۡ أَنۢبَتۡنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوۡجٖ كَرِيمٍ ٧
Arz’a bir bakmadılar da mı? biz onda her hoş çiftten ne kadar bitirmişiz.
Yeryüzüne bakmazlar mı ki; Biz, orada bitkilerden nice güzel çiftler bitirmişizdir.
Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.
Yer (yüzün) e bir bakmadılar mı ki biz orada her güzel çiftden nice nebatlar bitirdik.
Onlar yeryüzüne bakarak orada ne kadar yararlı bitki türleri yarattığımızı görmezler mi?
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗۖ وَمَا كَانَ أَكۡثَرُهُم مُّؤۡمِنِينَ ٨
Şüphesiz ki bunda mutlak bir âyet var, hemde ekserîsi mü'min olmadı.
Muhakkak ki bunda, bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'min olmadılar.
Şüphesiz bunlarda (Allah’ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.
Şübhesiz ki bunlardan (Hakkın kemâl-i kudretine) elbet birer, nişane vardır. (Fakat) onların çoğu îman edici değildirler.
Hiç kuşkusuz bunda, üstün gücümüzü kanıtlayan bir ayet vardır, ama onların çoğu inanmazlar.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ٩
Ve şüphesiz ki Rabbin O öyle Azîz, öyle Rahîm.
Ve muhakkak ki senin Rabbın, elbette O; Aziz'dir, Rahim'dir.
Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
Şüphesiz ki senin Rabbin, elbette O, mutlak gaalibdir, çok esirgeyicidir.
Hiç kuşkusuz senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.
وَإِذۡ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱئۡتِ ٱلۡقَوۡمَ ٱلظَّٰلِمِينَ ١٠
Bir vakit de Rabbin, Musa’ya nidâ buyurdu: git o zalim kavme dedi.
Hani Rabbın Musa'ya seslenmişti ki: Zalimler güruhuna git;
(10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.
(10-11) Hani Rabbin Musâya: «O zaalimler güruhuna, Fir'avnın kavmine git. Haalâ (fenâlıkdan) sakınmayacaklar mı onlar?» diye nida etmişdi.
Hani Rabb'in Musa'ya şöyle seslenmişti, «Şu zalim topluma git.
قَوۡمَ فِرۡعَوۡنَۚ أَلَا يَتَّقُونَ ١١
Firavun kavmine, daha sakınmıyacaklar mı?
Firavun kavmine. Sakınmazlar mı hala?
(10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.
(10-11) Hani Rabbin Musâya: «O zaalimler güruhuna, Fir'avnın kavmine git. Haalâ (fenâlıkdan) sakınmayacaklar mı onlar?» diye nida etmişdi.
Firavun'un soydaşlarına. Onlar hiç mi başlarına geleceklerden korkmuyorlar?»
قَالَ رَبِّ إِنِّيٓ أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ ١٢
Ya Rab! dedi: doğrusu ben korkarım ki beni tekzib ederler.
Dedi ki: Rabbım, onların beni yalanlamalarından korkarım.
Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
O, dedi ki: «Rabbim, onların beni tekzîb edeceklerinden cidden korkarım».
Musa dedi ki: «Ya Rabbi, onlar beni yalanlayacaklar diye korkuyorum.»
وَيَضِيقُ صَدۡرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرۡسِلۡ إِلَىٰ هَٰرُونَ ١٣
Ve göğsüm daralır, dilim açılmaz, onun için Harûna da risalet ver.
Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Bunun için Harun'a da elçilik ver.
“Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn’a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap).”
«Benim de göğsüm daralır, dilim açılmaz. Onun için Hâruuna (Cebrâili) gönder (ona da peygamberlik ver)».
Bu yüzden canım sıkılır ve öfkemden dilim tutulur. Onun için Harun'a da peygamberlik görevi ver.
وَلَهُمۡ عَلَيَّ ذَنۢبٞ فَأَخَافُ أَن يَقۡتُلُونِ ١٤
Hem onlara üzerinde bir günah var, ondan dolayı korkarım ki hemen beni öldürürler.
Hem onların bana isnad ettikleri bir suç var. Korkarım ki beni öldürürler
“Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım.”
«Hem onların benim aleyhimde bir suç (da'vaları) da var. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkarım».
Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var, bu gerekçe ile beni öldürürler diye korkuyorum.