بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ٣٨
Bu suretle malûm bir gün miykat tayin olunarak sihirbazlar cemolundu.
Büyücüler belli bir günün tayin edilen vaktinde toplandılar.
Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
Bu suretle muayyen bir günün belli bir vaktında bütün sihirbazlar bir araya getirildi.
Bir süre sonra büyücüler belirli bir günün kararlaştırılan saatinde biraraya geldiler.
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ ٣٩
Ve halka siz toplu musunuz denildi.
İnsanlara: Siz de toplanır mısınız? denildi.
İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.
Ve insanlara da: «Siz de toplamalar mısınız?» denildi.
Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım.
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُواْ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ ٤٠
Sanırız bizler sihirbazlara tabi olacağız şayed onlar olursa galibler.
Eğer onlar galip gelirlerse; büyücülere belki biz de tabi oluruz.
“Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)
«Umarız ki (bizimkiler) gaalib olurlarsa biz de (kendi) büyücüler (imiz) e uyarız».
Toplanın da eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz.
فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُواْ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ ٤١
Derken vaktâ ki sihirbazlar geldiler Firavun’a elbette: biz galip gelirsek bize mutlak ecir var ya ? dediler.
Büyücüler geldikleri vakit, Firavun'a dediler ki: Galip gelenler biz olursak; muhakkak bize bir ücret vardır değil mi?
Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler.
Nihayet büyücüler gelince Fir'avna: «Muhakkak üstün gelirsek bize herhalde bir mükâfat var mı?» dediler.
Büyücüler gelince Firavun'a «Eğer biz yenecek olursak herhalde bize bir ödül verilecek değil mi? dediler.
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ٤٢
Evet, dedi: hem siz o vakit muhakkak mukarrebîndensiniz.
Evet, dedi. O takdirde siz, muhakkak gözdelerdensiniz.
Firavun, “Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.
(Fir'avn): «Evet, dedi, hem o takdîrde siz elbet ve elbet (benim) en yakınlar (ım) dan (olacak) sınız».
Firavun evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz, dedi.
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰٓ أَلْقُواْ مَآ أَنتُم مُّلْقُونَ ٤٣
Mûsâ onlara atın dedi: siz ne atacaksanız.
Musa onlara dedi ki: Atacak olduğunuz şeyleri atın.
Mûsâ onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.
Muusâ onlara: «Ne atacaksınız (evvelâ) siz atın» dedi.
Musa, «Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım» dedi.
فَأَلْقَوْاْ حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُواْ بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ ٱلْغَٰلِبُونَ ٤٤
Hemen iplerini ve sopalarını ortaya attılar ve Firavun’un izzeti Hakk’ı için elbette biz galibiz, şüphesiz, dediler.
Onlar da bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve dediler ki: Firavun hakkı için elbette elbette biz galib gelenleriz.
Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.
Onlar da ipleri ve sopalarını atıb «Fir'avnın izzeti hakkı için gaalib olanlar elbet biziz biz!» dediler.
Büyücüler, «Firavun'un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız» diyerek iplerini ve değneklerini attılar.
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ ٤٥
Mûsâ da Asasını koyuverdi, bir de baktılar ki o, her ne dolap çeviriyorlarsa yutuyor.
Ardından Musa asasını attı. Bir de ne görsünler; onların uydurduklarını yutuveriyor.
Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.
Bunun üzerine Muusâ da asaasını bırakıverdi. Bir de (ne görsünler) o, (büyücüler) in düzer olduklarını yutuyor!
Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını yutuverdi.
فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ ٤٦
Derhal sihirbazlar secdeye kapandılar.
Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar.
Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Büyücüler derhal secde ediciler olarak (yere) kapandı (lar).
Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar.
قَالُوٓاْ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ٤٧
"iman ettik Rabb’ül-âlemîn’e.
Dediler ki: Biz, alemlerin Rabbına inandık.
“Âlemlerin Rabbine inandık” dediler.
(47-48) «Aalemlerin Rabbine, Muusâ ile Hâruunun Rabbine îman etdik dediler.
Ve «bütün varlıkların Rabbine inandık.
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ٤٨
Musâ ve Hârunun Rabb’ine" dediler.
Musa ve Harun'un Rabbına.
“Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbi’ne.”
(47-48) «Aalemlerin Rabbine, Muusâ ile Hâruunun Rabbine îman etdik dediler.
Musa ile Harun'un Rabbine dediler.