بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَمَآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ مِنۡ أَجۡرٍۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٨٠
Buna karşı sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak Rabb-ül’âlemîn’e aiddir.
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak alemlerin Rabbına aittir.
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
«Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değil».
Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum; benim çabalarımın karşılığını verecek olan, alemlerin Rabb'idir.
۞ أَوۡفُواْ ٱلۡكَيۡلَ وَلَا تَكُونُواْ مِنَ ٱلۡمُخۡسِرِينَ ١٨١
Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın.
Ölçüyü tam yapın da eksiltenlerden olmayın.
“Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.”
Ölçeği tam ölçün. Eksiltenlerden olmayın».
Ölçme işlemlerinizde dürüst olunuz, eksik ölçenlerden olmayınız.
وَزِنُواْ بِٱلۡقِسۡطَاسِ ٱلۡمُسۡتَقِيمِ ١٨٢
Ve doğru terazi ile tartın.
Doğru ölçekle tartın.
“Doğru terazi ile tartın.”
«Doğru terazi ile tartın».
Tartma işlemlerinde doğru ve duyarlı terazi kullanınız.
وَلَا تَبۡخَسُواْ ٱلنَّاسَ أَشۡيَآءَهُمۡ وَلَا تَعۡثَوۡاْ فِي ٱلۡأَرۡضِ مُفۡسِدِينَ ١٨٣
Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yer yüzünü ihtilâlcılıkla fesada vermeyin.
İnsanların eşyasını azaltmayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
“İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
«İnsanların hakkından bir şey'i kısmayın. Yer (yüzün) de fesadcılar olarak bozgunculuk etmeyin».
Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz, yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği bozmayınız.
وَٱتَّقُواْ ٱلَّذِي خَلَقَكُمۡ وَٱلۡجِبِلَّةَ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٨٤
O sizi ve sizden evvelki cibileti yaratan hâlıktan korkun.
Sizi ve daha önceki nesilleri yaratmış olandan korkun.
“Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının.”
«(Gerek) sizi, (gerek sizden) evvelki ümmetleri yaratan (Allah) dan korkun».
Sizi ve sizden önceki kuşakları yaratan Allah'tan korkunuz.
قَالُوٓاْ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلۡمُسَحَّرِينَ ١٨٥
Sen, dediler: muhakkak sihirlilerdensin.
Dediler ki: Sen, ancak büyülenmişlerdensin.
Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
Dediler: «Sen ancak fazla büyülenmişlerdensin»!
Eykeliler dediler ki; «Sen büyüye çarpılmış birisin.»
وَمَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ ٱلۡكَٰذِبِينَ ١٨٦
Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin, doğrusu biz seni her halde yalancılardan sanıyoruz.
Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu biz, seni yalancılardan sanıyoruz.
“Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Biz senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz».
Sen de sadece bizler gibi bir insansın. Senin kesinlikle yalan söylediğin kanısındayız.
فَأَسۡقِطۡ عَلَيۡنَا كِسَفٗا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٨٧
Üzerimize Semâ’dan bir kıtayı düşürüver haydi sâdıklardan isen.
Eğer sadıklardan isen bize, gökten bir parça indir.
“Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
«Eğer doğruculardan isen gökden üstümüze bir parça düşür».
Eğer doğru söylüyorsan başımıza gökten parçalar yağdır.
قَالَ رَبِّيٓ أَعۡلَمُ بِمَا تَعۡمَلُونَ ١٨٨
Rabbim alemdir, dedi: yaptıklarınıza.
Dedi ki: Rabbım; yaptıklarınızı en iyi bilendir.
Şu’ayb, “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
(Şuayb) dedi: «Ne yapıyorsanız Rabbim daha iyi bilicidir».
Şuayb «Rabbim neler yaptığınızı herkesten iyi bilir.»
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمۡ عَذَابُ يَوۡمِ ٱلظُّلَّةِۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيمٍ ١٨٩
Hasılı onu tekzib ettiler, kendilerini de o zulle gününün azâbı alıverdi ki o cidden büyük bir günün azâbı idi.
Onu da yalanladılar ve onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Doğrusu o, büyük bir günün azabı idi.
Onlar Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
Hulâsa: Onu tekzîb etdiler de kendilerini o gölge gününün azâbı yakalayıverdi. Hakıykat bu, o günün büyük azâbı idi.
Eykeliler, Şuayb'i yalanladılar. Bunun üzerine «Yakar bulut günü» nün azabı yakalarına yapıştı. O gerçekten müthiş bir günün azabı idi.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗۖ وَمَا كَانَ أَكۡثَرُهُم مُّؤۡمِنِينَ ١٩٠
Şüphesiz bunda mutlak bir âyet var, öyle iken ekserîsi mü'min olmadı.
Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'minler olmadı.
Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şübhesiz bunda mutlak bir âyet vardır. (Fakat) onların çoğu îman ediciler değildir.
Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış kimselerdi.