بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَزُرُوعٖ وَنَخۡلٖ طَلۡعُهَا هَضِيمٞ ١٤٨
Lâtıf tal'ı sarkmış hurmalar, ekinler içinde.
Ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında.
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
«Ekinlerin ve tomurcukları nâzik, yumuşak hurma ağaçlarının içinde».
Ekinler ve olgun tomurcuklar hurmalar arasında
وَتَنۡحِتُونَ مِنَ ٱلۡجِبَالِ بُيُوتٗا فَٰرِهِينَ ١٤٩
Ki bir de dağlardan keyfli keyfli evler yontuyorsunuz.
Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız?
“Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
«Dağlardan şımarık şımarık evler yontuyorsunuz».
Dağları maharetle oyup alımlı köşkler yapıyorsunuz?
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ١٥٠
Gelin Allah’dan korkun da bana itaat eyleyin.
O halde Allah'tan korkun da bana itaat edin.
“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin».
Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz.
وَلَا تُطِيعُوٓاْ أَمۡرَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ١٥١
İtaat etmeyin o kimselere ki.
Müsriflerin emrine itaat etmeyin.
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
«Müfritlerin emrine boyun eğmeyin».
Aranızdaki azıtmışların emirlerine uymayınız.
ٱلَّذِينَ يُفۡسِدُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَلَا يُصۡلِحُونَ ١٥٢
Yer yüzünü fesada verirler de islâh etmezler.
Onlar ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar da ıslah etmezler.
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
«Ki onlar yer (yüzün) de fesâd yapar, ıslah etmez kimselerdir».
Onlar yeryüzünde kargaşa çıkarırlar, hiçbir bozukluğu düzeltmezler.
قَالُوٓاْ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلۡمُسَحَّرِينَ ١٥٣
Sen dediler: çok büyülenmişlerdensin.
Dediler ki: Şüphesiz sen, ancak büyülenmişlerdensin.
Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
«Sen, dediler, ancak (hızlı) büyülenmişlerdensin»!
Semudoğulları dediler ki; «Sen büyüye çarpılmış birisin.»
مَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُنَا فَأۡتِ بِـَٔايَةٍ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٥٤
Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen.
Hem sen, bizim gibi insandan başka bir şey değilsin. Şayet sadıklardan isen o zaman bir ayet getir.
“Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Bununla beraber eğer (peygamberlik da'vaasında) doğruculardan isen haydi bir âyet (mu'cize) getir».
Sen sadece bizler gibi bir insansın. Eğer doğru söylüyorsan bize bir mucize göster.
قَالَ هَٰذِهِۦ نَاقَةٞ لَّهَا شِرۡبٞ وَلَكُمۡ شِرۡبُ يَوۡمٖ مَّعۡلُومٖ ١٥٥
Ha, dedi: işte bir naka ona bir şirb Hakk’ı' size de malûm bir günün şirb Hakk’ı.
Dedi ki: İşte şu devedir. Su içme hakkı; belirli bir gün onun ve belirli bir gün sizindir.
Salih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
(Saalih) dedi: «İşte bu dişi deve. Su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da sizin».
İstediğiniz mucize işte şu dişi devedir. Su içme sırası bir gün onun ve belli bir günde sizindir.
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٖ فَيَأۡخُذَكُمۡ عَذَابُ يَوۡمٍ عَظِيمٖ ١٥٦
Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin ki o yüzden sizi büyük bir günün azâbı yakalar.
Sakın ona bir kötülük yapmayın. Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir.
“Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
«Ona bir kötülükle ilişmeyin. Sonra sizi büyük bir günün azâbı yakalar».
Ona bir kötülük dokundurmayınız. Yoksa Büyük Gün'ün azabına çarpılırsınız.'
فَعَقَرُوهَا فَأَصۡبَحُواْ نَٰدِمِينَ ١٥٧
Derken onu vurdular, fakat nâdim oldular.
Onlar ise onu kestiler de pişman oldular.
Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.
Derken onu kesdiler. Fakat peşîman oldular.
Buna rağmen devenin ayaklarını keserek onu cansız yere devirdiler. Fakat hemen pişman oldular.
فَأَخَذَهُمُ ٱلۡعَذَابُۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗۖ وَمَا كَانَ أَكۡثَرُهُم مُّؤۡمِنِينَ ١٥٨
Çünkü kendilerini azâb yakalayıverdi şüphesiz bunda mutlak bir âyet var öyle iken ekserîsi mü'min olmadı.
Bunun üzerine azab onları yakaladı. Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'minler olmadı.
Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Çünkü kendilerini o azâb yakalayıverdi. Şübhesiz bunda mutlak bir âyet (ibret) vardır. Böyle iken onların çoğu îman ediciler değildir.
Arkasından azab, yakalarına yapıştı. Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış kimselerdi.