بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ١٤٤
Gelin Allah’dan korkun ve bana itaat edin.
Artık Allah'tan korkun da bana itaat edin.
“Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin».
Öyleyse Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz.
وَمَآ أَسۡـَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ مِنۡ أَجۡرٍۖ إِنۡ أَجۡرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ١٤٥
Buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak Rabb-ül’âlemîn’e aiddir.
Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak alemlerin Rabbına aittir.
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
«Ben buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım aalemlerin Rabbinden başkasına aaid değildir».
Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum; benim çabalarımın karşılığını verecek olan, alemlerin Rabb'idir.
أَتُتۡرَكُونَ فِي مَا هَٰهُنَآ ءَامِنِينَ ١٤٦
Siz burada emn-ü eman ile bırakılacak mısınız?
Burada emniyet içinde bırakılır mısınız?
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
«Siz burada (ki nimetlerin içinde) emîn emîn bırakılacak mısınız»?
Siz bu dünyada hep güven içinde yaşatılacağınızı mı sanıyorsunuz?
فِي جَنَّٰتٖ وَعُيُونٖ ١٤٧
O cennetler, pınarlar.
Bahçelerde, çeşmelerde.
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
«Bağların, pınarların içinde»,
Bahçeler ve pınarlar arasında
وَزُرُوعٖ وَنَخۡلٖ طَلۡعُهَا هَضِيمٞ ١٤٨
Lâtıf tal'ı sarkmış hurmalar, ekinler içinde.
Ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında.
(146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
«Ekinlerin ve tomurcukları nâzik, yumuşak hurma ağaçlarının içinde».
Ekinler ve olgun tomurcuklar hurmalar arasında
وَتَنۡحِتُونَ مِنَ ٱلۡجِبَالِ بُيُوتٗا فَٰرِهِينَ ١٤٩
Ki bir de dağlardan keyfli keyfli evler yontuyorsunuz.
Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız?
“Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
«Dağlardan şımarık şımarık evler yontuyorsunuz».
Dağları maharetle oyup alımlı köşkler yapıyorsunuz?
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ١٥٠
Gelin Allah’dan korkun da bana itaat eyleyin.
O halde Allah'tan korkun da bana itaat edin.
“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
«Artık Allahdan korkun ve bana itaat edin».
Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz.
وَلَا تُطِيعُوٓاْ أَمۡرَ ٱلۡمُسۡرِفِينَ ١٥١
İtaat etmeyin o kimselere ki.
Müsriflerin emrine itaat etmeyin.
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
«Müfritlerin emrine boyun eğmeyin».
Aranızdaki azıtmışların emirlerine uymayınız.
ٱلَّذِينَ يُفۡسِدُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَلَا يُصۡلِحُونَ ١٥٢
Yer yüzünü fesada verirler de islâh etmezler.
Onlar ki yeryüzünde bozgunculuk yaparlar da ıslah etmezler.
(151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
«Ki onlar yer (yüzün) de fesâd yapar, ıslah etmez kimselerdir».
Onlar yeryüzünde kargaşa çıkarırlar, hiçbir bozukluğu düzeltmezler.
قَالُوٓاْ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلۡمُسَحَّرِينَ ١٥٣
Sen dediler: çok büyülenmişlerdensin.
Dediler ki: Şüphesiz sen, ancak büyülenmişlerdensin.
Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
«Sen, dediler, ancak (hızlı) büyülenmişlerdensin»!
Semudoğulları dediler ki; «Sen büyüye çarpılmış birisin.»
مَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُنَا فَأۡتِ بِـَٔايَةٍ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ١٥٤
Sen bizim gibi bir beşerden başka nesin? Haydi bir âyet getir eğer sadıklardan isen.
Hem sen, bizim gibi insandan başka bir şey değilsin. Şayet sadıklardan isen o zaman bir ayet getir.
“Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”
«Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Bununla beraber eğer (peygamberlik da'vaasında) doğruculardan isen haydi bir âyet (mu'cize) getir».
Sen sadece bizler gibi bir insansın. Eğer doğru söylüyorsan bize bir mucize göster.