بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
قَالُواْ سُبۡحَٰنَكَ مَا كَانَ يَنۢبَغِي لَنَآ أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنۡ أَوۡلِيَآءَ وَلَٰكِن مَّتَّعۡتَهُمۡ وَءَابَآءَهُمۡ حَتَّىٰ نَسُواْ ٱلذِّكۡرَ وَكَانُواْ قَوۡمَۢا بُورٗا ١٨
Sübhansın, demişlerdir: Senden başka veliler ittihaz etmemiz (olunmamız ) bize yaraşır değildi ve lâkin sen onları ve atalarını zevka daldırdın, o kadar ki nihayet zikri unuttular ve helâke giden bir kavim oldular.
Onlar da derler ki: Tenzih ederiz, Seni bırakır da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Ama Sen, onlara ve babalarına nimetler verdin de, Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.
Onlar, “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helâke giden bir toplum oldular” derler.
(görürsün ki) onlar (şöyle) demişlerdir: «Seni tenzîh ederiz. Seni bırakıb da başka velîler edinmemiz bize yakışmaz. Fakat (gerek) onları (n) ve (gerek) ataları (nın azâb müddetlerini) kendin uzatdın da nihayet zikri unutdular ve helak (e mahkûm) bir kavm oldular».
Düzmece ilahlar derler ki; «Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin dışında başka korucular ve dayanaklar edinmek bize yakışacak bir tutum değildir. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimetler verdin ki; sonunda seni anmayı unutarak yok edilmeyi hakeden bir topluluk oldular.»
فَقَدۡ كَذَّبُوكُم بِمَا تَقُولُونَ فَمَا تَسۡتَطِيعُونَ صَرۡفٗا وَلَا نَصۡرٗاۚ وَمَن يَظۡلِم مِّنكُمۡ نُذِقۡهُ عَذَابٗا كَبِيرٗا ١٩
Demek sizi sözünüzde yalancı çıkarmışlardır, artık ne savmağa ne de bir yardıma çare bulamıyacaksınız ve içinizden her kim zulmederse ona büyük bir azâb tattıracağız.
İşte sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezsiniz. Sizden zulmedenlere büyük bir azab tattıracağız, denir.
(İlâh edindikleriniz) söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden azabı savmaya gücünüz yetmeyecek ve kendinize yardım da edemeyeceksiniz. Sizden kim de zulüm ve haksızlık ederse, ona büyük bir azap tattırırız.
İşte (tapdıklarınız) sizi, dedikleriniz hakkında, kat'î suretde yalancı çıkarmışlardır. O halde ne (azabınızı) döndürmiye, ne de (bu hususda) herhangi bir yardıma asla muktedir olamayacaksınız. Sizden kim zulmederse ona büyük bir azâb tatdırırız.
Bunun üzerine Allah, müşriklere der ki; «İşte düzmece ilahlarınız, sizin sözlerinizi yalanladılar. Artık ne azabımı başınızdan savabilirsiniz ve ne size yardım edecek birini bulabilirsiniz. Aranızdaki zalimlere büyük bir azap taddıracağız.»
وَمَآ أَرۡسَلۡنَا قَبۡلَكَ مِنَ ٱلۡمُرۡسَلِينَ إِلَّآ إِنَّهُمۡ لَيَأۡكُلُونَ ٱلطَّعَامَ وَيَمۡشُونَ فِي ٱلۡأَسۡوَاقِۗ وَجَعَلۡنَا بَعۡضَكُمۡ لِبَعۡضٖ فِتۡنَةً أَتَصۡبِرُونَۗ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرٗا ٢٠
Biz senden evvel de peygamberi başka türlü göndermedik, şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı) bir de bazınızı diğerine bir fitne kılmışızdır ki bakalım sabredecek misiniz? Maamafih Rabbin basîr bulunuyor.
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbın Basir olandır.
Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.
Biz senden evvel hiçbir peygamber göndermedik (ve hiç biri haaric değildi ki) muhakkak onlar da yemek yerlerdi, çarşılarda yürürlerdi. Sizin bir kısmınızı diğer bir kısım için bir ibtilâ (ve imtihan mevzuu) yapdık, sabredecek misiniz (diye). Rabbin (her şey'i) hakkıyle görendir.
Senden önceki gönderdiğim bütün peygamberler de herkes gibi yemek yerler ve çarşıda, pazarda gezerlerdi. Sizleri birbirleriniz aracılığı ile sınavdan geçiriyoruz. Acaba karşılaştığınız sıkıntılara katlanabilecek misiniz diye. Hiç şüphesiz Rabb'in her şeyi görür.
۞ وَقَالَ ٱلَّذِينَ لَا يَرۡجُونَ لِقَآءَنَا لَوۡلَآ أُنزِلَ عَلَيۡنَا ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ أَوۡ نَرَىٰ رَبَّنَاۗ لَقَدِ ٱسۡتَكۡبَرُواْ فِيٓ أَنفُسِهِمۡ وَعَتَوۡ عُتُوّٗا كَبِيرٗا ٢١
Bununla beraber likamızı ümid etmiyenler dediler ki: "o melâike bizim üzerimize indirilse ya, yâhud Rabbimizi görsek â" celâlime kasem ederim ki doğrusu nefislerinde kendilerini büyüksündüler, büyük azgınlık ettiler.
Bize kavuşmayı ummayanlar: Bize melekler indirilmeli değil miydi veya Rabbımızı görmeli değil miydik? derler. Andolsun ki; kendi kendilerine büyüklenmişler ve büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlardır.
Bize kavuşacaklarını ummayanlar, “Bize melekler indirilseydi, yahut Rabbimizi görseydik ya!” dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir taşkınlık gösterdiler.
Bize kavuşmayı ümîd etmeyenler dedi (ler) ki: «Bizim üzerimize melekler indirmeli değil miydi, yahud Rabbimizi görmeli (değil mi) ydik»? Andolsun ki onlar nefislerinden kibir (ve azamet) saklamışlar, büyük bir azgınlıkla haddi aşmışlar (küstahlığa kalkışmışlar) dır.
Bizimle karşılaşacaklarını beklemeyenler «bize melekler gönderilmeli değil miydi, ya da doğrudan doğruya Rabb'imizi görmeli değil miydik» dediler. Onlar büyüklük kompleksine kapılarak azgınlıkta son derece ileri gitmişlerdir.
يَوۡمَ يَرَوۡنَ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةَ لَا بُشۡرَىٰ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡمُجۡرِمِينَ وَيَقُولُونَ حِجۡرٗا مَّحۡجُورٗا ٢٢
melâike’yi görecekleri gün, mücrimlere o gün müjde yoktur, yasak yasak diyeceklerdir.
Melekleri görecekleri gün; işte o gün, günahkarlara iyi haberler yoktur. Melekler: Size iyi haber yasaktır, yasak, derler.
Fakat melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara hiçbir müjde yoktur. “Eyvah! Biz Allah’ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılmışız” diyecekler.
(Azâb) melekleri (ni) görecekleri gün, (evet) o gün günahkârlara hiçbir sevinc haberi yokdur. (Melekler onlara: «Size) müjde yasak edilmişdir, yasak!» diyeceklerdir.
Melekleri görecekleri gün var ya, o gün o günahkarlara müjdeli bir haber verilecek değildir. Melekler onlara «Sizler aftan ve cennetten mahrumsunuz» derler.
وَقَدِمۡنَآ إِلَىٰ مَا عَمِلُواْ مِنۡ عَمَلٖ فَجَعَلۡنَٰهُ هَبَآءٗ مَّنثُورًا ٢٣
Hem varmışızdır da her ne amel işledilerse onu bir hebâi mensûre çevirmişizdir.
Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz-duman ederiz.
Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.
Biz onların herhangi bir amel (ve hareket) yapdılarsa (hepsinin) önüne geçdik de bunları saçılmış (ve hiçbir değeri olmayan) zerreler yapdık.
Onların yapmış olduklarını ele alarak onları havada uçuşan toza dönüştürürüz.
أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِ يَوۡمَئِذٍ خَيۡرٞ مُّسۡتَقَرّٗا وَأَحۡسَنُ مَقِيلٗا ٢٤
Eshabı cennettir ki o gün eğlendiği yer hayırlı, dinlediği yer pek güzeldir.
O gün cennet yaranının kalacağı yer; çok daha iyi, dinlenecekleri yer; çok daha güzeldir.
O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha güzeldir.
O gün cennet yaranının eğlenib duracakları yer çok hayırlı, dinlenecekleri yer çok güzeldir.
O gün cennetlikler en iyi yerlerde oturacaklar, en güzel şekilde dinleneceklerdir.
وَيَوۡمَ تَشَقَّقُ ٱلسَّمَآءُ بِٱلۡغَمَٰمِ وَنُزِّلَ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ تَنزِيلًا ٢٥
Hem o, Semâ’nın gamâm ile yarılacağı ve melâikelerin peyderpey indirildiği gün.
Ve o gün; gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak, melekler bölük bölük indirileceklerdir.
O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.
O gün semâ, bulutlar (çıkıb), parçalanacak, melekler (ellerinde amel defterleri bulunduğu halde hesâb için) indirilecek, indirilecek.
O gün gök parçalanarak beyaz bulut kümelerine dönüşür ve melekler bölük bölük inerler.
ٱلۡمُلۡكُ يَوۡمَئِذٍ ٱلۡحَقُّ لِلرَّحۡمَٰنِۚ وَكَانَ يَوۡمًا عَلَى ٱلۡكَٰفِرِينَ عَسِيرٗا ٢٦
Mülk o gün elhak rahmânındır, kâfirlere ise o pek zorluklu bir gün olur.
O günde gerçek mülk, Rahman'ındır. Kafirler için de pek yaman bir gündür.
O gün gerçek hükümranlık Rahmân’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır.
O gün hak (ve sabit olan) mülk çok esirgeyen (Rabbin) dir. Kâfirler için ise o, pek yaman bir gün olmuşdur.
Gerçek egemenliğin, Rahman olan Allah'ın tekelinde olacağı o gün kafirler için çetin bir gün olacaktır.
وَيَوۡمَ يَعَضُّ ٱلظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيۡهِ يَقُولُ يَٰلَيۡتَنِي ٱتَّخَذۡتُ مَعَ ٱلرَّسُولِ سَبِيلٗا ٢٧
Hem o gün ki zalim ellerini ısıracak eyvah diyecek keşke Peygamber’in maıyyetinde bir yol tutaydım.
O gün; zalim kimse iki elini ısırarak: Ne olurdu ben de peygamberle beraber bir yol tutsaydım, diyecektir.
O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!”
O gün (her) zaalim (nedametle) iki elini ısırıb: «Ne olurdu, ben o peygamberin maiyyetinde (Allaha) bir yol edineyim» diyecekdir.
O gün her zalim öfkesinden parmaklarını ısırarak şöyle der; «Keşki Peygamber'in yoldaşı olsaydım.»
يَٰوَيۡلَتَىٰ لَيۡتَنِي لَمۡ أَتَّخِذۡ فُلَانًا خَلِيلٗا ٢٨
Eyvah keşke falanı dost tutmayaydım.
Vay başıma gelene: Keşki falancayı dost edinmeseydim.
“Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!”
«Ne yazık bana! Keşki fülânı dost tutmayaydım».
Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim!