بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلَئِن مَّسَّتۡهُمۡ نَفۡحَةٞ مِّنۡ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَٰوَيۡلَنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ٤٦
Maamafih kasem olsun Rabbin’in azâbından onlara bir nefha dokunursa muhakkak diyeceklerdir ki vay bizlere! Bizler cidden zâlimler idik.
Andolsun ki Rabbının azabından onlara bir esinti dokunsa; eyvahlar bize, doğrusu biz gerçekten zalimlermişiz, diyeceklerdir.
Andolsun, onlara Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak “Eyvah bize! Gerçekten biz zalim kimselerdik” diyeceklerdir.
Andolsun ki Rabbinin azabından onlara ednâ bir şey dokunsa muhakkak: «Yazıklar olsun bize. Biz gerçekden zaalimlermişiz» diyeceklerdir.
Andolsun ki, Rabb'inin azabının en hafif bir fiskesi eğer onlara değse kesinlikle «Eyvahlar olsun! Biz gerçekten kendimize zulmetmişiz» derler.
وَنَضَعُ ٱلۡمَوَٰزِينَ ٱلۡقِسۡطَ لِيَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ فَلَا تُظۡلَمُ نَفۡسٞ شَيۡـٔٗاۖ وَإِن كَانَ مِثۡقَالَ حَبَّةٖ مِّنۡ خَرۡدَلٍ أَتَيۡنَا بِهَاۗ وَكَفَىٰ بِنَا حَٰسِبِينَ ٤٧
Biz ise kıyamet günü için mizanlara adâleti koruz da hiç bir nefis, zerrece zulm edilmez, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz, hesabcı da biz yeteriz.
Biz; kıyamet günü adalet terazilerini kurarız. Hiç kimse hiç bir şeyle haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesab görenler olarak da Biz, yeteriz.
Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacakdır. (O şey) bir hardal dânesi kadar bile olsa onu getiririz (mîzâna koyarız). Hesabcılar olarak da biz yeteriz.
Kıyamet günü doğru tartan, duyarlı teraziler kurarız. Orada hiç kimseye haksızlık edilmez. İşlenen amel, bir hardal tanesi kadar bile olsa onu ortaya kovarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
وَلَقَدۡ ءَاتَيۡنَا مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ٱلۡفُرۡقَانَ وَضِيَآءٗ وَذِكۡرٗا لِّلۡمُتَّقِينَ ٤٨
Celâlim Hakk’ı için biz Musâ ile Harûn’a furkan ve bir ziya ve bir zikir vermiştik, müttekıler için.
Andolsun ki; Biz Musa ile Harun'a Furkan ışık, takva sahibleri için de bir zikir verdik.
Andolsun, biz Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkân’ı (Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik.
Andolsun ki biz Musa ile Hâruunu bir zıyaa, takvaa saahibleri için de bir şeref olan fürkaanı verdik.
Andolsun ki, biz Musa ile Harun'a doğru ile eğriyi ayırdeden ve takvalılar için ışık ve öğüt olan kitab'ı verdik.
ٱلَّذِينَ يَخۡشَوۡنَ رَبَّهُم بِٱلۡغَيۡبِ وَهُم مِّنَ ٱلسَّاعَةِ مُشۡفِقُونَ ٤٩
O müttekiler için ki Rab’lerine gıyabda haşyet beslerler ve o saatten titrer dururlar.
Onlar ki görmedikleri halde, Rabblarından korkarlar ve kıyamet saatından titrerler.
Onlar, görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar.
(Öyle takvaa saahibleri) ki onlar tenhâda da Rablerine candan saygı gösterirler. Onlar kıyâmetden korkanlardır.
Onlar Rabb'lerinden görmeden korkarlar ve kıyamet gününün dehşetinden ürkerler.
وَهَٰذَا ذِكۡرٞ مُّبَارَكٌ أَنزَلۡنَٰهُۚ أَفَأَنتُمۡ لَهُۥ مُنكِرُونَ ٥٠
İşte bu - Kur'an - da bizim indirdiğimiz mübarek zikirdir şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz.
İşte bu da Bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Yoksa siz onu inkar mı ediyorsunuz?
İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?
İşte bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz feyz kaynağı bir zikirdir. Şimdi siz mi bunu inkâr edicilersiniz?
Bu Kur'an, tarafımızdan indirilmiş kutsal bir öğüttür. Siz onu inkâr mı ediyorsunuz?
۞ وَلَقَدۡ ءَاتَيۡنَآ إِبۡرَٰهِيمَ رُشۡدَهُۥ مِن قَبۡلُ وَكُنَّا بِهِۦ عَٰلِمِينَ ٥١
Şanım Hakk’ı için bundan evvel de İbrahim’e rüşdünü vermiştik.
Andolsun ki; Biz, daha önce İbrahim'e de rüşdünü vermiştik. Ve Biz onu bilenlerdik.
Andolsun, daha önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk.
Andolsun ki biz daha evvel Ibrâhîme de rüşdünü verdik ve biz onu (n buna ehil olduğunu) bilenlerdik.
Andolsun ki, daha önce de İbrahim'e doğru ile eğriyi ayırdetme yeteneği vermiştik. Onun peygamberliğe elverişli olduğunu biliyorduk.
إِذۡ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوۡمِهِۦ مَا هَٰذِهِ ٱلتَّمَاثِيلُ ٱلَّتِيٓ أَنتُمۡ لَهَا عَٰكِفُونَ ٥٢
O vakit ki babasına ve kavmine ne bu başına toplanıb durduğunuz temasîl dedi.
Hani o, babasına ve kavmine demişti ki: Şu tapınıp durduğunuz heykeller de nedir?
Hani o, babasına ve kavmine, “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti.
O zaman o, babasına ve kavmine: «Sizin tapmakda olduğunuz bu heykeller nedir?» demişdi.
Hani O babasına ve soydaşlarına «Şu karşılarında saygı duruşu yaptığınız heykeller nedir?» dedi.
قَالُواْ وَجَدۡنَآ ءَابَآءَنَا لَهَا عَٰبِدِينَ ٥٣
Atalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk dediler.
Onlar da: Babalarımızı bunlara tapar bulduk, demişlerdi.
"Babalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk” dediler.
Onlar: «Biz atalarımızı bunların tapıcıları olarak bulduk» dediler.
Onlar da «Babalarımızı onlara tapar bulduk» dediler.
قَالَ لَقَدۡ كُنتُمۡ أَنتُمۡ وَءَابَآؤُكُمۡ فِي ضَلَٰلٖ مُّبِينٖ ٥٤
Kasem olsun ki dedi, siz de atalarınız da açık bir dalâl içindesiniz.
O: Andolsun ki sizler de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz, demişti.
İbrahim, “Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi.
(İbrâhîm) dedi: «Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz».
İbrahim «Gerek siz, gerekse babalarınız gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüşsünüz» dedi.
قَالُوٓاْ أَجِئۡتَنَا بِٱلۡحَقِّ أَمۡ أَنتَ مِنَ ٱللَّٰعِبِينَ ٥٥
Dediler: ciddi mi söylüyorsun yoksa sen şakacılardan mısın.
Onlar: Sen, bize gerçeği mi getirdin, yoksa bizimle eğleniyor musun? dediler
“Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler.
Onlar: «Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen şakacılardan mısın?» dediler.
Onlar: “Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa şaka mı ediyorsun?” dediler.
قَالَ بَل رَّبُّكُمۡ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ ٱلَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا۠ عَلَىٰ ذَٰلِكُم مِّنَ ٱلشَّٰهِدِينَ ٥٦
Doğrusu, dedi: Rabbiniz o göklerin ve yerin Rabbi’dir ki onları yaratmıştır ve ben buna şehadet edenlerdenim.
O da dedi ki: Hayır, Rabbınız göklerin ve yerin Rabbıdır ki onları, O yaratmıştır. Ve ben bunlara şahidlik edenlerdenim.
İbrahim, dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de buna şahitlik edenlerdenim.”
O da: «Hayır, dedi, sizin Rabbiniz hem göklerin, hem yerin Rabbidir ki bunları O yaratmışdır ve ben de buna yakıyn haasıl edenlerdenim».
İbrahim dedi ki; «Hayır, Rabb'iniz göklerin ve yerin Rabb'idir, onları yoktan vareden O'dur. Ben bu gerçeğin tanıklarından biriyim.»