بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا ٣٥
Şüphe yok ki sen bizi görüp duruyorsun.
Şüphesiz ki Sen, bizi görmektesin.
“Çünkü sen bizi hakkıyla görmektesin.”
«Şübhe yok ki Sen bizi hakkıyle görensin».
Kuşku yok ki, biz senin gözetimin altındayız.»
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَٰمُوسَىٰ ٣٦
Haydi! Buyurdu: erdirildin dileğine ya Musâ.
Buyurdu: Ey Musa; istediğin sana verilmiştir.
Allah, şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Mûsâ!”
Buyurdu: «Ey Musa, istediğin sana verilmişdir».
Ey Musa, bu istediklerin sana verilmiştir.
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰٓ ٣٧
Şanım Hakk’ı için biz lûtfeylemiştik sana diğer bir def'a daha.
Zaten sana, başka bir defa daha lutufta bulunmuştuk.
“Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.”
(37-38-39) «Andolsun ki biz sana diğer bir zamanda, anana vahyolunacak şey'i ilham etdiğimiz vakıtda da lutf etmiş ve (kendisine): — Onu tabuta koy da denize at ki deniz onu kıyıya bıraksın, onu benim de, kendisinin de düşmanı olan biri alacak diye (emreylemişdik). Sana karşı (Ey Musa) gözümün önünde yetişdirilmen için kendimden bir sevgi bırakmışdım.
Biz, bundan önce de bir kere daha sana lütufta bulunmuştuk.
إِذْ أَوْحَيْنَآ إِلَىٰٓ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰٓ ٣٨
O vakit ki anana verilen şu ilhamı verdik.
Hani annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.
“Hani annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:”
(37-38-39) «Andolsun ki biz sana diğer bir zamanda, anana vahyolunacak şey'i ilham etdiğimiz vakıtda da lutf etmiş ve (kendisine): — Onu tabuta koy da denize at ki deniz onu kıyıya bıraksın, onu benim de, kendisinin de düşmanı olan biri alacak diye (emreylemişdik). Sana karşı (Ey Musa) gözümün önünde yetişdirilmen için kendimden bir sevgi bırakmışdım.
Hani, annene şu mesajımızı vahyetmiştik:
أَنِ ٱقْذِفِيهِ فِى ٱلتَّابُوتِ فَٱقْذِفِيهِ فِى ٱلْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ ٱلْيَمُّ بِٱلسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّى وَعَدُوٌّ لَّهُۥۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّى وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِىٓ ٣٩
Onu tabut içine koy da deryayı bırak derya da onu sahile, bıraksın, onu hem bana düşman hem ona düşman biri alsın, ve üzerine benden bir sevgi koydum ki hem nezaretim altında yetiştirilesin.
Onu bir sandığa koy da suya bırak. Su onu kıyıya atar. Bana da, ona da düşman olan birisi onu alır. Gözümün önünde yetişesin diye, senin üzerine katımdan bir sevgi koydum.
“Onu (bebek Mûsâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
(37-38-39) «Andolsun ki biz sana diğer bir zamanda, anana vahyolunacak şey'i ilham etdiğimiz vakıtda da lutf etmiş ve (kendisine): — Onu tabuta koy da denize at ki deniz onu kıyıya bıraksın, onu benim de, kendisinin de düşmanı olan biri alacak diye (emreylemişdik). Sana karşı (Ey Musa) gözümün önünde yetişdirilmen için kendimden bir sevgi bırakmışdım.
Musa'yı bir sandukaya koy ve nehre at; nehir onu sahile atsın da oradan onu benim ve kendisinin ortak düşmanımız alsın. Gözümün önünde yetişesin diye seni sevgimin kanatları altına aldım.
إِذْ تَمْشِىٓ أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَن يَكْفُلُهُۥۖ فَرَجَعْنَٰكَ إِلَىٰٓ أُمِّكَ كَىْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَٰكَ مِنَ ٱلْغَمِّ وَفَتَنَّٰكَ فُتُونًاۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِىٓ أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍ يَٰمُوسَىٰ ٤٠
O vakit hemşiren gidiyor da diyordu: "ona iyi bakacak birini buluvereyim mi size?" Bu suretle seni anana iade ettik ki gözü aydın olsun da mahzun olmasın, hem bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık, ve türlü mihnetlerle seni imtihan ettik bu sebeble senelerce Ehl-i Medyen içinde kaldın, sonra da bir kader üstüne geldin ya Musâ.
Hani kızkardeşin gidip diyordu ki: Ona bakacak birini size göstereyim mi? İşte böylece, annen üzülmesin de gözü aydın olsun diye seni ona geri vermiştik. Ve sen, bir cana kıymıştın da; seni üzüntüden kurtarmıştık. Hem seni bir çok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da bir kader üzerine geldin ey Musa.
“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”
Hani hemşiren gidib (şöyle) diyordu. «Ona bakacak bir kimse (te'min etmek üzere) size delâletde bulunayım mı»? Böylece seni tekrar annene verdik ki gözü aydın olsun, tasalanmasın. Sen bir de adam öldürmüşdün de biz seni o gamdan kurtarmışdık. Seni türlü türlü ibtilâlarla imtihaan etmişdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da (hakkındaki) takdire göre (buraya) geldin ey Musa.
Hani kız kardeşin gidip diyordu ki: “Ona bakacak birini size göstereyim mi?” İşte böylece annen üzülmesin de sevinsin diye seni ona geri vermiştik. Ve sen bir cana kıymıştın da, seni üzüntüden kurtarmıştık. Hem seni bir çok musibetlerle denemiştik. Böylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin ey Musa.
وَٱصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِى ٤١
Ben seni kendim için yetiştirdim.
Ve seni kendim için yetiştirdim.
“Ben seni kendim için seçtim.”
Ben seni kendim için seçdim.
Şimdi seni sırf kendime ayırdım.
ٱذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِـَٔايَٰتِى وَلَا تَنِيَا فِى ذِكْرِى ٤٢
Git âyetlerimle sen ve biraderin Ve benim zikrimde gevşeklik etmeyin.
Sen ve kardeşin ayetlerimle git. İkiniz de Beni zikretmede gevşek davranmayın.
“Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin.”
Sen, kardeşin de beraber olarak, mu'cizelerimle git. ikiniz de beni hatırlayıb anmakda gevşeklik göstermeyin.
Sen ve kardeşin ayetlerimle, mucizelerimle gidiniz. Bu arada adımı anmayı hiç ihmal etmeyiniz.
ٱذْهَبَآ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ ٤٣
Firavun’a gidin çünkü o pek azdı.
Firavun'a gidin, doğrusu o, azmıştır.
“Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır.”
Fir'avna gidin. Çünkü o, hakıykaten azdı.
Firavun'a gidiniz. Çünkü o gerçekten azıttı.
فَقُولَا لَهُۥ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُۥ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ ٤٤
Varın da ona belki dinler veya korkar diye yumuşak dille söyleyin.
Ve ona yumuşak söz söyleyin, belki nasihat dinler veya korkar.
“Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.”
(Gidin de) ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasıyhat dinler, yahud (Allahdan) korkar.
Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete uğramaktan korkar.
قَالَا رَبَّنَآ إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَآ أَوْ أَن يَطْغَىٰ ٤٥
Rabbenâ dediler, korkarız ki bize şiddetle saldırır, yâhud tuğyanını artırır.
Dediler ki: Rabbımız; onun bize taşkınlık yapmasından veya azgın davranmasından endişe ederiz.
Mûsâ ve Hârûn, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.”
Dediler: «Ey Rabbimiz, doğrusu onun bize karşı aşırı gitmesinden, yahud tuğyanını artırmasından endîşe ediyoruz biz».
Musa ve Harun dediler ki; «Ey Rabbi'miz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını artırır.»