بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَٱتَّقُواْ يَوۡمٗا لَّا تَجۡزِي نَفۡسٌ عَن نَّفۡسٖ شَيۡـٔٗا وَلَا يُقۡبَلُ مِنۡهَا شَفَٰعَةٞ وَلَا يُؤۡخَذُ مِنۡهَا عَدۡلٞ وَلَا هُمۡ يُنصَرُونَ ٤٨
Ve öyle bir günden korunun ki kimse kimseden bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz, hem onlar kurtarılacak da değillerdir.
Ve öyle bir günden korkun ki; o günde kimse, kimse için bir şey ödeyemez. Şefaat kabul edilmez. Fidye alınmaz ve onlara yardım da edilmez.
Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.
Ve öyle bir günden korkun ki (o günde) hiçbir kimse, hiçbir kimse nâmına bir şey ödeyemez. Ondan her hangi bir şefaat kabul olunmaz. Ondan bir fidye (bedel) alınmaz, onlara (Allahın azabından kurtulmak hususunda) yardım da edilmez.
Öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez, hiç kimseden aracılık kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz ve hiç kimse başkalarından yardım görmez.
وَإِذۡ نَجَّيۡنَٰكُم مِّنۡ ءَالِ فِرۡعَوۡنَ يَسُومُونَكُمۡ سُوٓءَ ٱلۡعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبۡنَآءَكُمۡ وَيَسۡتَحۡيُونَ نِسَآءَكُمۡۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَآءٞ مِّن رَّبِّكُمۡ عَظِيمٞ ٤٩
Hem hatırlayın ki bir vakit sizi Ali Firavun’dan kurtardık, sizi azabın kötüsüne peyleyorlardı; oğullarınızı boğazlıyorlar ve kızlarınızı diri tutmak istiyorlardı ve bunda size Rab’biniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
Hani, sizi oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakarak en kötü işkenceye tabi tutan Firavun hanedanından kurtarmıştık. Bu da sizin için Rabbınız tarafından büyük bir imtihandı.
Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı.
Yine hatırlayın o zamanı ki (yeni doğan) oğullarınızı boğazlayıp kızlarınızı sağ bırakmak (yâhud kadınlarınıza utanılacak dürlü fenalıklar yapmak) suretiyle size (atalarınıza) işkencenin en kötüsünü yüklemekde devameden Fir'avun haanedânından sizi kurtarmışdık. Bunda (bu azâbda ve kurtarmada) Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı sizin için.
Hani oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı (dul) bırakmak suretiyle size çok ağır bir işkence çektiren Firavun hanedanından sizleri kurtarmıştık. Bu, sizin için Rabbinizden gelen çok büyük bir imtihandı.
وَإِذۡ فَرَقۡنَا بِكُمُ ٱلۡبَحۡرَ فَأَنجَيۡنَٰكُمۡ وَأَغۡرَقۡنَآ ءَالَ فِرۡعَوۡنَ وَأَنتُمۡ تَنظُرُونَ ٥٠
Ve bir vakit sizin sebebinize denizi yardık, sizi necata çıkardık da Âli Firavun’u garkettik sizler bakıp duruyordunuz.
Hani, bir de sizin için denizi yarmış, ve sizi kurtarmıştık. Firavun hanedanını da, siz bakıp dururken suda boğmuştuk.
Hani, sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini suda boğmuştuk.
Hem hatırlayın o demleri ki sizin sebebinize denizi yarıb da hepinizi kurtarmış, Fir'avun haanedânını ise, kendiniz de gözlerinizle bakıb dururken, (suda) boğmuşduk.
Hani önünüze çıkan denizi yararak sizi (boğulmaktan) kurtarmış ve gözleriniz önünde Firavun ailesini boğmuştuk.
وَإِذۡ وَٰعَدۡنَا مُوسَىٰٓ أَرۡبَعِينَ لَيۡلَةٗ ثُمَّ ٱتَّخَذۡتُمُ ٱلۡعِجۡلَ مِنۢ بَعۡدِهِۦ وَأَنتُمۡ ظَٰلِمُونَ ٥١
Ve bir vakit Musa’ya kırk geceye vâd verdik, sonra siz onun arkasından danaya tutuldunuz zulmediyordunuz.
Ve hani, Musa ile kırk geceyi vaidleşmiştik. Yine siz zalimler olarak onun arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz.
Hani, biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize) zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.
Hani Musa ile kırk gece («Tur» da kalmak ve ondan sonra kendisine Tevrat verilmek üzere) vaidleşmişdik. Yine siz onun arkasından (nefsinizin) zaalimler (i) olarak («Sâmirî» nin tanrı diye gösterdiği) buzağıya tutunmuş (onu tanrı edinmiş) diniz.
Hani Musa ile kırk geceliğine sözleşmiştik de siz onun arkasından buzağıyı ilâh edinerek zalimlerden olmuştunuz.
ثُمَّ عَفَوۡنَا عَنكُم مِّنۢ بَعۡدِ ذَٰلِكَ لَعَلَّكُمۡ تَشۡكُرُونَ ٥٢
Sonra bunun arkasından da sizden afvettik, gerekti ki şükredecektiniz.
Bundan sonra sizi, şükredersiniz diye affetmiştik.
Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.
Bil'âhare sizi bundan sonra da afvetmişdik. Gerekdi ki şubedesiniz.
Sonra bu (suçunuz)un ardından belki şükredersiniz diye sizi affettik.
وَإِذۡ ءَاتَيۡنَا مُوسَى ٱلۡكِتَٰبَ وَٱلۡفُرۡقَانَ لَعَلَّكُمۡ تَهۡتَدُونَ ٥٣
Ve bir vakit Musa’ya o kitabı ve furkanı verdik, gerekti ki doğru gidecektiniz.
Hani, Musa'ya; hidayete eresiniz diye kitab ve furkan vermiştik.
Hani, doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı vermiştik.
Hani Musâya, (sapıklıkdan ayrılıb) doğru yola gelesiniz diye, («Tur» da) o kitabı (Tevrâtı) ve Furkaanı (Hak ile batılı ayırd eden hükümleri) vermişdik.
Hani doğru yola gelesiniz diye Musa'ya Kitab'ı ve Furkan'ı verdik.
وَإِذۡ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوۡمِهِۦ يَٰقَوۡمِ إِنَّكُمۡ ظَلَمۡتُمۡ أَنفُسَكُم بِٱتِّخَاذِكُمُ ٱلۡعِجۡلَ فَتُوبُوٓاْ إِلَىٰ بَارِئِكُمۡ فَٱقۡتُلُوٓاْ أَنفُسَكُمۡ ذَٰلِكُمۡ خَيۡرٞ لَّكُمۡ عِندَ بَارِئِكُمۡ فَتَابَ عَلَيۡكُمۡۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلتَّوَّابُ ٱلرَّحِيمُ ٥٤
Ve bir vakit Musa kavmine dedi ki: "Ey kavmim cidden siz o danaya tutulmanızla kendinize zulmettiniz gelin bârinize dönün, tevbe edin de nefislerinizi öldürün, böyle yapmanız bâriniz yanında sizin için hayırlıdır" bu suretle tevbenizi kabul buyurdu. Filhakika O, öyle Tevvab öyle Rahimdir.
Hani, Musa, kavmine: Ey kavmim, buzağıya tapınmakla nefsinize zulmetmiş oldunuz. Hemen yaradanınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün. Bu yaradanınızın katında sizin için daha hayırlıdır, demişti. Allah da tevbenizi kabul etmişti. Muhakkak ki Tevvab, Rahim O'dur, O.
Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”
Ve hani Musa, kavmine: «Ey kavmim, siz buzağıya tutunmakla (onu tanrı edinmekle) şübhesiz kendinize yazık etmişsiniz. Hemen Yaradanınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün (ıslâh edin), böyle yapmanız Yaradanınız katında, sizin için çok hayırlıdır» demişdi de (Allah da) tevbelerinizi kabul etmişdi. Çünkü o, tevbeleri en çok kabul edenin, en çok esirgeyenin, ta kendisidir.
Hani Musa, kavmine dedi ki: «Ey kavmim, sizler buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin, yaratıcınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün. Yaratıcınız katında bu sizin için hayırlıdır': Allah da tevbenizi kabul etti. Hiç şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir ve merhametlidir.
وَإِذۡ قُلۡتُمۡ يَٰمُوسَىٰ لَن نُّؤۡمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى ٱللَّهَ جَهۡرَةٗ فَأَخَذَتۡكُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَأَنتُمۡ تَنظُرُونَ ٥٥
Ve bir vakit "ya Musa, dediniz: Biz Allah’ı aşikâre görmedikçe senin sözünle asla inanmıyacağız" bunun üzerine sizi o saıka yakalayıverdi bakınıp duruyordunuz.
Bir de, hani siz: Ey Musa, biz Allah'ı apaşikar görünceye kadar sana inanmayacağız, demiştiniz de, bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
Bir de hatırlayın o zamanı ki siz (Musa ile birlikde Allaha karşı özür dilemek, onun emirlerini dinlemek üzere çıkdığınız vakit) «Ey Musa, biz Allahı apâşikâr görünceye kadar sana kat'iyyen îman etmeyiz» demişdiniz de gözünüz bakıb dururken sizi o yıldırım (sayha) çarpmışdı.
Hani «Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana kesinlikle iman etmeyiz» dediniz de hemen arkasından bakıp dururken sizi yıldırım çarptı
ثُمَّ بَعَثۡنَٰكُم مِّنۢ بَعۡدِ مَوۡتِكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَشۡكُرُونَ ٥٦
Sonra sizi şükredesiniz diye ba's badelmevte mazhar ettik.
Sonra sizi, ölümünüzün arkasından şükredersiniz diye diriltmiştik.
Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.
Sonra ölümünüzün arkasından sizi yine diriltmişdik. Gerekdi ki şükredesiniz.
Sonra şükredesiniz diye sizi öldükten sonra yeniden dirilttik.
وَظَلَّلۡنَا عَلَيۡكُمُ ٱلۡغَمَامَ وَأَنزَلۡنَا عَلَيۡكُمُ ٱلۡمَنَّ وَٱلسَّلۡوَىٰۖ كُلُواْ مِن طَيِّبَٰتِ مَا رَزَقۡنَٰكُمۡۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِن كَانُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ يَظۡلِمُونَ ٥٧
Ve üstünüze o bulutu gölgelik çekdik, ve "size kısmet ettiğimiz hoş rızıklardan yeyin" diye üzerinize hem kudret helvası, hem bıldırcın indirdik, zulmü, bize etmediler lâkin kendilerine ediyorlardı.
Ve üstünüze bulutları gölge yaptık. Kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyilerinden, güzellerinden yeyin. Onlar bize değil ancak kendi nefislerine zulmekteydiler.
Bulutu üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.
Ve («Tîh» de güneşin sıcaklığından korunmanız için) üstünüze (ince bir) bulutu gölge yapmış, size (orada) kudret helvasiyle yelve kuşunu indirmiş, «Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin iyilerinden, güzellerinden (en temiz ve halâl olanlarından) yeyin» (onları gizlice saklayıb ve biriktirib de nankörlük ve tama'kârlık etmeyin demişdik). Onlar (o nankörlükleriyle) bize zulmetmemişler, fakat kendi kendilerine zulmetmişlerdi.
Üstünüze buluttan gölgelik çektik, size kudret helvası ile bıldırcın kuşu indirerek, «Bağışladığımız helâl yiyeceklerden istediğinizi yiyin» dedik. Ama onlar bize değil, kendilerine zulmediyorlardı.
وَإِذۡ قُلۡنَا ٱدۡخُلُواْ هَٰذِهِ ٱلۡقَرۡيَةَ فَكُلُواْ مِنۡهَا حَيۡثُ شِئۡتُمۡ رَغَدٗا وَٱدۡخُلُواْ ٱلۡبَابَ سُجَّدٗا وَقُولُواْ حِطَّةٞ نَّغۡفِرۡ لَكُمۡ خَطَٰيَٰكُمۡۚ وَسَنَزِيدُ ٱلۡمُحۡسِنِينَ ٥٨
Ve bir vakit "şu şehre girin de ni'metlerinden dilediğiniz veçhile bol bol yeyin ve secdeler ederek kapıya girin ve «hıtta» deyin ki size hatı'elerinizi mağfiret ediverelim, muhsinlere ise daha artıracağız" dedik.
Hani; şu kasabaya girin, dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yeyin, kapısından secde ederek girin, affet deyin, kusurlarınızı örtelim. İyilik
Hani, “Şu memlekete girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.
Hani: («Tîh» den çıkdıkdan sonra) şu kasabaya girib dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yeyin, kapısından secde ederek (eğilerek, saygı göstererek) girin ve (dileğimiz) hıtta (dır, günahlarımızın dökülüp düşmesidir) deyin, (tevbe edin de o sayede) kusurlarınızı örtelim, iyilik (ve itaat) edenler (in ecrin) i ise daha artıracağız» demişdik.
Hani «Şu kasabaya girin ve orada ne isterseniz bol bol yiyin, fakat kapıdan girerken secde ederek 'bizi bağışla' deyin ki, günahlarınızı affedelim. İyilik edenlere daha fazlasını vereceğiz» dedik.