بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
حَتَّىٰٓ إِذَا بَلَغَ بَيۡنَ ٱلسَّدَّيۡنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوۡمٗا لَّا يَكَادُونَ يَفۡقَهُونَ قَوۡلٗا ٩٣
Tâ iki sedd arasına vardığı vakit önlerinde bir kavim buldu ki hemen hemen söz anlayacâk bir halde değil gibi idiler.
En sonunda iki dağın arasına varınca; orada hemen hemen hiç bir söz anlamayan bir kavme rastladı.
İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Nihayet iki dağ arasına ulaşdığı zaman onların önünde hemen hiç bir söz anlamaz bir kavm buldu.
Sonunda iki seddin arasına varınca setlerin berisinde nerede ise hiç söz anlamayan bir toplumla karşılaştı.
قَالُواْ يَٰذَا ٱلۡقَرۡنَيۡنِ إِنَّ يَأۡجُوجَ وَمَأۡجُوجَ مُفۡسِدُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ فَهَلۡ نَجۡعَلُ لَكَ خَرۡجًا عَلَىٰٓ أَن تَجۡعَلَ بَيۡنَنَا وَبَيۡنَهُمۡ سَدّٗا ٩٤
Dediler ki ey Zülkarneyn! haberin olsun Ye'cuc ile Me'cuc bu arzda fesad yapıp duruyorlar, onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartı ile sana biz bir harc versek olur mu?
Dediler ki: Ey Zülkarneyn; Ye'cuc ve Me'cuc bu ülkede doğrusu bozgunculuk yapıyorlar. Bizim ve onların arasına bir sed yapman için sana vergi verelim mi?
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Onlar dediler ki: «Zülkarneyn, hakıykat, Ye'cûc ve Me'cûc (bu) yerde fesâd çıkaran (kabile) lerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapman üzerine sana bir vergi verelim mi»?
Bu adamlar «Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ile Me'cuc bu yörede sürekli kargaşa çıkaran topluluklardır. Sana bir miktar mal versek, karşılığında onlar ile aramızda bir set yapar mısın?» dediler.
قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيۡرٞ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجۡعَلۡ بَيۡنَكُمۡ وَبَيۡنَهُمۡ رَدۡمًا ٩٥
Dedi ki: Rabbim’in beni içinde bulundurduğu ıktidar çok hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvet ile yardım edin de ben onlarla sizin aranıza bir redim yapayım.
Dedi ki: Rabbımın bana verdikleri sizinkinden daha hayırlıdır. Bana gücünüzle yardım edin de, sizin ve onların arasına sağlam bir duvar yapayım.
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu ni'met (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Haydin, siz bana (bedenî) kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir maania yapayım».
Zülkarneyn onlara dedi ki; «Rabb'imin bana bağışladığı güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha hayırlıdır. Siz bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranıza aşılmaz bir set çekeyim.»
ءَاتُونِي زُبَرَ ٱلۡحَدِيدِۖ حَتَّىٰٓ إِذَا سَاوَىٰ بَيۡنَ ٱلصَّدَفَيۡنِ قَالَ ٱنفُخُواْۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَعَلَهُۥ نَارٗا قَالَ ءَاتُونِيٓ أُفۡرِغۡ عَلَيۡهِ قِطۡرٗا ٩٦
Bana demir kütleleri getirin, tam iki ucu denkleştirdiği vakit körükleyin dedi, tam onu bir ateş haline koyduğu vakit getirin bana dedi: üzerine erimiş bakır dökeyim.
Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca; körükleyin, dedi. Nihayet o, bir ateş haline gelince; bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.
“Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
«Bana demir kütleleri getirin». (O karşılıklı iki dağın) iki yanı tam denkleşdiği vakit «üfleyin» dedi. Nihayet onu (demiri) bir ateş haaline koyduğu zaman da «Getirin bana, dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim».
Bana demir parçaları getiriniz. Getirdikleri demir parçalarının oluşturduğu yığını yanlardaki setlerin tepeleri ile aynı düzeye çıkarınca adamlara «körükleri çalıştırınız» dedi. Demir yığınını ateş haline getirince «Bana biraz erimiş bakır getiriniz de üzerine dökeyim» dedi.
فَمَا ٱسۡطَٰعُوٓاْ أَن يَظۡهَرُوهُ وَمَا ٱسۡتَطَٰعُواْ لَهُۥ نَقۡبٗا ٩٧
Artık onu ne aşabilirler ne de delebilirler.
Onlar; artık onu, ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Artık onu aşmıya da güc yetiremediler, onu delmiye de muktedir olamadılar.
Ye'cuc ile Me'cuc, bu setin ne üzerinden aşabildiler ve ne de bir yerinde delik açabildiler.
قَالَ هَٰذَا رَحۡمَةٞ مِّن رَّبِّيۖ فَإِذَا جَآءَ وَعۡدُ رَبِّي جَعَلَهُۥ دَكَّآءَۖ وَكَانَ وَعۡدُ رَبِّي حَقّٗا ٩٨
Bu, dedi: Rabbim’den bir rahmettir, Rabbim’in vaadi vakit de onu düm düz edecektir, Rabbim’in vaadi hakkoldu.
Dedi ki: Bu, Rabbımın bir rahmetidir. Rabbımın vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbımın verdiği söz, gerçektir.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
«Bu, dedi, Rabbimden bir merhametdir. Fakat Rabbimin va'di gelince, O bunu dümdüz yapar. Rabbimin va'di bir hakdır».
Zülkarneyn «Bu set, Rabb'imin rahmetidir. Fakat Rabbimin belirlediği an gelince onu yerle bir eder. Hiç kuşkusuz Rabb'imin sözü gerçektir» dedi.
۞ وَتَرَكۡنَا بَعۡضَهُمۡ يَوۡمَئِذٖ يَمُوجُ فِي بَعۡضٖۖ وَنُفِخَ فِي ٱلصُّورِ فَجَمَعۡنَٰهُمۡ جَمۡعٗا ٩٩
Ve o gün onları bırakıvermişizdir, bir kısmı diğerinin içinde dalgalanıyorlar, surada üfürülmüştür, artık hepsini toplamış da toplamışızdır ve.
O gün; Biz, onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur'a üflenince hepsini bir araya toplarız.
O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.
O gün biz onları birbiri içinde dalgalanır bir halde bırakmışızdır (bırakacağız. Artık) «Şuur» da üfürülmüşdür (üfürülecekdir.) Bu suretle hepsini (mahşerde) derleyip toparlamışızdır (toplayacağız).
O gün biz insan yığınlarını önce dalgalanmaya bırakırız. Sonra Sur'a üflenince hepsini biraraya toplarız.
وَعَرَضۡنَا جَهَنَّمَ يَوۡمَئِذٖ لِّلۡكَٰفِرِينَ عَرۡضًا ١٠٠
Cehennem’i o gün kâfirlere bir gösteriş göstermişizdir.
O gün; kafirlere cehennemi öyle bir gösteririz ki;
(100-101) O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına (bütün dehşetiyle) dikeriz!
(100-101) Beni anmak (hakıykatı görmek) hususunda gözleri perdeli olan, (Kur'ânı) dinlemiye tahammül edemeyen kâfirlere o gün cehennemi öyle bir göstereceğiz ki!
O gün cehennemi, kâfirlerin gözleri önüne dikeriz.
ٱلَّذِينَ كَانَتۡ أَعۡيُنُهُمۡ فِي غِطَآءٍ عَن ذِكۡرِي وَكَانُواْ لَا يَسۡتَطِيعُونَ سَمۡعًا ١٠١
Onlar ki beni ihtar eden âyetlerimden gözleri bir gıtâ içinde idi, işitmeğe de tehamül edemiyorlardı.
Onların gözleri Bizim öğüdümüze karşı kapalıdır ve öfkelerinden onu dinlemeye tahammül edemezler.
(100-101) O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına (bütün dehşetiyle) dikeriz!
(100-101) Beni anmak (hakıykatı görmek) hususunda gözleri perdeli olan, (Kur'ânı) dinlemiye tahammül edemeyen kâfirlere o gün cehennemi öyle bir göstereceğiz ki!
Dünyada onların gözlerini, bizi hatırlarına getirmelerini engelleyen bir perde örtmüştü ve kulakları da işitme yeteneğini yitirmişti.
أَفَحَسِبَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓاْ أَن يَتَّخِذُواْ عِبَادِي مِن دُونِيٓ أَوۡلِيَآءَۚ إِنَّآ أَعۡتَدۡنَا جَهَنَّمَ لِلۡكَٰفِرِينَ نُزُلٗا ١٠٢
Ya o kâfirler beni bırakıpda kullarıma kendilerine mevlâ ittihaz edeceklerini mi zannettiler, biz cehennemi o kâfirler için bir konukluk hazırladık.
Kafirler, Beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini kafi mi sandılar? Doğrusu Biz, cehennemi kafirlere konak olarak hazırladık.
İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.
Kâfirler beni bırakıb da kullarımı (kendilerine) dostlar edineceklerini mi sandı (lar)? Biz cehennemi o kâfirler için bir konak olarak hazırladık.
Kafirler beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini kafi mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi kafirlere konak olarak hazırladık.
قُلۡ هَلۡ نُنَبِّئُكُم بِٱلۡأَخۡسَرِينَ أَعۡمَٰلًا ١٠٣
Size, de: amelleri en ziyade hüsrana gidenleri haber vereyim mi?
De ki: Size amel bakımından en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi?
(103-104) (Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”
(103-104) De ki: «(Yapdıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünyâ hayaatında sa'yleri boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi»?
Ey Muhammed, de ki; «Çalışmalarında en ağır kayba uğrayanları size haber verelim mi?»