بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

وَتَرَى ٱلشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَٰوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ ٱلْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ ٱلشِّمَالِ وَهُمْ فِى فَجْوَةٍ مِّنْهُۚ ذَٰلِكَ مِنْ ءَايَٰتِ ٱللَّهِۗ مَن يَهْدِ ٱللَّهُ فَهُوَ ٱلْمُهْتَدِۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُۥ وَلِيًّا مُّرْشِدًا ﴿١٧

Güneşi görüyorsun â doğduğu vakit kehiflerinden sağ tarafa meyleder, battığı vakit de onları sol tarafa makaslar ve onlar, onun içinde bir geniş sahadadır, bu işte Allah’ın âyâtındandır, Allah her kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır, her kimi de saptırırsa artık onu irşad edecek bir veliy bulamazsın.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Güneşin doğduğu zaman; mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini, battığı zaman da; sol tarafa gittiğini görürsün. Kendileri de mağaranın iç tarafında idiler. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kimi hidayete erdirirse; o, doğru yola ermiştir, kimi de şaşıracak olursa; artık onun için yol gösterici bir dost bulamazsın.

— İbni Kesir

(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.

— Diyanet İşleri

(Onlara baksaydın) görürdün ki güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yönelir, batdığı vakit da onların sol yanını kesib giderdi. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allahın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet ederse o, doğru yola erdirilmiş, kimi de şaşırırsa artık onun için hiç bir zaman irşâd edici bir yâr bulamazsın.

— Hasan Basri Çantay

Eğer orada olsaydın görecektin ki, doğan güneşin ışınları mağaralarının sağına sapıyor, batan güneşin ışınları ise sol tarafa kayıyordu. Böylece mağara tabanının geniş bir alanına dağılmış olarak uyudukları halde güneşten rahatsız olmuyorlardı. Bu olay, Allah'ın mucizelerinden biridir. Allah kimi doğru yola iletirse, o doğru yolu bulur. O kimi saptırırsa sen ona, doğru yola iletici bir önder bulamazsın.

— Seyyid Kutub

وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌۚ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ ٱلْيَمِينِ وَذَاتَ ٱلشِّمَالِۖ وَكَلْبُهُم بَٰسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِٱلْوَصِيدِۚ لَوِ ٱطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا ﴿١٨

Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır, ve biz onları sağa sola çeviririz, köpekleri de medhalde iki kolunu uzatmış, üzerlerine çıkıversen mutlaka onlardan döner kaçardın ve her halde onlardan dehşet dolardın.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar uykuda iken; sen, onları uyanık sanırdın. Biz, onları sağa ve sola döndürüyorduk. Köpekleri de dirseklerini eşiğe uzatmıştı. Onları görsen; için korkuyla dolar, geri dönüp kaçardın.

— İbni Kesir

Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.

— Diyanet İşleri

Sen onları uyanık kimseler sanırsın. Halbuki onlar uyuyanlardır. Biz onları (gâh) sağ yanına, (gâh) sol yanına çeviriyorduk. Köpekleri de (mağaranın) giriş yerinde iki kolunu (ayağını) uzat (ıb yat) makda idi. Üzerlerine tırmanıb da (hallerini bir) görseydin mutlakaa onlardan yüz çevirir, kaçardın ve her halde için onlardan korku ile dolardı.

— Hasan Basri Çantay

Onları görseydin, uyanık sanırdın; oysa uyuyorlardı. Biz onları gâh sağ yanlarına, gâh sol yanlarına çeviriyorduk. Köpekleri de ön ayaklarını mağaranın eşiğine dayamıştı. Eğer karşılarına çıksan hemen geri dönüp kaçardın, içine saldıkları korkudan ödün patlardı.

— Seyyid Kutub

وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَٰهُمْ لِيَتَسَآءَلُواْ بَيْنَهُمْۚ قَالَ قَآئِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۖ قَالُواْ لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍۚ قَالُواْ رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَٱبْعَثُوٓاْ أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِۦٓ إِلَى ٱلْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَآ أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا ﴿١٩

Yine böyle onları ba's de ettik ki aralarında soruşsunlar diye: içlerinden bir söyleyen "ne kadar durdunuz?" Dedi, bir gün yâhud bir gün yâhud bir günün birazı dediler, ne kadar durduğunuza dediler: Rabbiniz alemdir, şimdi siz birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangisi yiyecekçe daha temiz ondan size bir rızık getirsin, hem çok kurnaz davransın ve zinhar sizi birine sezdirmesin.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Böylece, birbirine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri; ne kadar kaldınız? dedi. Bir gün veya daha az bir müddet kaldık, dediler. Ne kadar kaldığınızı Rabbınız daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi paranızla şehre gönderin de yiyeceklere baksın, hangisi daha temiz ise ondan size getirsin. Orada nazik davransın da sakın sizi kimseye duyurmasın, dediler.

— İbni Kesir

Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”, dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.”

— Diyanet İşleri

Bunun gibi onları aralarında soruşsunlar diye uyandırdık da, içlerinden bir sözcü dedi ki: «Ne kadar eğleşdiniz»?. (Ba'zıları) «Bir gün, yahud bir günün bir parçasında eğleşdik» dediler. (Diğerleri de) «Ne kadar eğlendiğinizi Rabbiniz daha iyi bilendir. Şimdi siz birinizi bu gümüş para ile şehre gönderin de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin. Çok nâzik hareket etsin, sizi hiç bir kimseye sakın hissettirmesin» dediler.

— Hasan Basri Çantay

Sonra da günün birinde onları uyandırdık. Uyanınca birbirlerine soru sormaya başladılar. İçlerinden biri arkadaşlarına «Burada ne kadar kaldınız?» dedi. Arkadaşları «Birgün ya da daha az bir süre kaldık» dediler. Arkasından dediler ki; «Ne zamandan beri burada olduğumuzu Allah hepinizden iyi bilir. Şimdi şu gümüş para ile birinizi şehre gönderin de en temiz yiyeceği kimin sattığına baksın, birazını size getirsin. Fakat dikkatli olsun da kesinlikle burada olduğunuzu hissettirmesin.»

— Seyyid Kutub

إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُواْ عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِى مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوٓاْ إِذًا أَبَدًا ﴿٢٠

Çünkü ellerine geçirirlerse sizi muhakkak recmederler yâhud milletlerine döndürürler ve bu takdirde ebedâ felâh bulamazsınız.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Çünkü sizden haberleri olacak olursa; sizi, ya taşla öldürürler veya dinlerine döndürürler. Bu takdirde ise asla kurtulamazsınız.

— İbni Kesir

“Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz.”

— Diyanet İşleri

«Çünkü onlar size galebe ederlerse sîzi ya taşla öldürürler, yahud sizi (zorla) kendi dînlerine döndürürler. Bu takdîrde ise ebedî felah bulmazsınız».

— Hasan Basri Çantay

Çünkü eğer hemşehrileriniz sizi ele geçirirlerse ya taşa tutarak öldürürler ya da kendi dinlerine döndürürler ki, o taktirde bir daha iflah olmazsınız.»

— Seyyid Kutub

وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوٓاْ أَنَّ وَعْدَ ٱللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ ٱلسَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَآ إِذْ يَتَنَٰزَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْۖ فَقَالُواْ ٱبْنُواْ عَلَيْهِم بُنْيَٰنًاۖ رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْۚ قَالَ ٱلَّذِينَ غَلَبُواْ عَلَىٰٓ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا ﴿٢١

Bu suretle de kendilerine vukuf peyda ettirdik ki Allah’ın vaadi hakk olduğunu ve saat, hakikaten şüphesiz bulunduğunu bilsinler, o sırada aralarında emirlerine niza ediyorlardı, bunun üzerine dediler ki: üstlerine bir bina yapın, Rab’leri onları daha iyi bilir, onların emri üzerine galebe etmiş olanlar elbette, dediler: biz bunların üzerine bir mescid ediniriz.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Böylece, insanların onları bulmalarını sağladık ki Allah'ın sözünün gerçek olduğunu ve kıyametin kopmasından şüphe edilmeyeceğini bilsinler. Nitekim bunlar hakkında çekişip duruyorlar: Onların mağaralarının önüne bir bina kurun, diyorlardı. Halbuki Rabbları onları çok daha iyi bilendir. Onların yerlerine galib gelenler ise: Onların mağaralarının önüne mutlaka bir mescid yapacağız, dediler.

— İbni Kesir

Böylece biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” dediler.

— Diyanet İşleri

Böylece (kullarımızı ve mü'minleri) onlar (ın ahvaaline) muttali' kıldık ki Allahın (tekrar dirilteceğine dâir olan) va'dinin şübhesiz bir hak olduğunu, kıyamet (in vukuunda) da hiç bir şübhe bulunmadığını bilmiş olsunlar. O sırada onlar, bunların işini aralarında niza'laşıyorlardı. Bunun üzerine «Onların etrafına bir bina yapın» dediler. Rabları onları daha iyi bilendir. Onların işine gaalib (ve vaakıf) olanlar ise: «Mutlakaa yanlarında bir mescid edineceğiz» dedi (ler).

— Hasan Basri Çantay

Böylece hemşehrilerinin onları bulmalarını sağladık. Amacımız, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyamet gününün mutlaka geleceğini, bunda hiçbir kuşku olmadığını öğrenmeleridir. Hemşehrileri o sırada bu gençlerin durumunu tartışmaya koyuldular. Bir bölümü 'Uyudukları mağaranın önüne bir anıt dikin, Rabb'leri onları hepimizden iyi bilir' dedi. Fakat inançlarının içyüzünü iyi bilenler ise 'Mağaralarının önünde mutlaka bir mescid yapacağız' dediler.

— Seyyid Kutub

سَيَقُولُونَ ثَلَٰثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًۢا بِٱلْغَيْبِۖ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْۚ قُل رَّبِّىٓ أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌۗ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَآءً ظَٰهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا ﴿٢٢

Üçtür, dördüncüleri köpekleri diyecekler, beştir, altıncıları köpekleri diyecekler, gayb taşlama, yedidir ve sekizincileri köpekleri diyecekler, de ki onların adedlerine Rabbim alemdir, onları ancak pek azı bilir, artık bunlar hakkında kimse ile zâhiri bir münakaşadan başka münakaşa etme ve bunlar hakkında onlardan kimseye bir şey sorma.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

— İbni Kesir

(Ey Muhammed!) Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir şey sorma.”

— Diyanet İşleri

«(Sayıları) üçdür, dördüncüleri köpekleridir» diyecekler, «Beşdir, altıncıları köpekleridir» diyecekler. (İkisi de) ğaybı taşlamakdır. «Yedidir sekizincileri kelbleridir» diyecekler. Söyle ki: «Rabbim onların sayısını daha iyi bilendir. Onları (insanların) birazından başkası bilemez». O halde bunlar hakkında zaahirî bir münâkaşadan gayrı ile mücâdele etme. Bunlara dâir içlerinden hiç bir kimseden fetva da isteme.

— Hasan Basri Çantay

Ey Muhammed, kimileri «Onlar üç kişi idi, dördüncüleri köpekleridir», kimileri «beş kişi idiler, altıncıları köpekleridir» diyeceklerdir. Bu sözler karanlığa taş atmaktır. Kimileri de «yedi kişi idiler, sekizincileri köpekleridir» diyeceklerdir. De ki; «Onların sayısını hepimizden iyi Rabb'im bilir.» Onlar hakkında derine dalan bir tartışmaya girme ve bu olay konusunda hiç kimseye bir şey sorma.

— Seyyid Kutub

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَاْىْءٍ إِنِّى فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا ﴿٢٣

Hiç bir şey hakkında da Allah’ın meşiyyetiyle takyid etmeden "ben bunu yarın muhakkak yaparım" deme ve unuttuğun vakit Allah’ı zikret ve şöyle de: ola ki Rabbim beni bundan daha yakın bir vakitta dosdoğru bir muvaffakıyyete îysal buyur.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Bir şey hakkında; ben bunu yarın mutlaka yapacağım, deme.

— İbni Kesir

Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme!

— Diyanet İşleri

Hiçbir şey hakkında «Ben bunu her halde yarın yapıcıyım» deme.

— Hasan Basri Çantay

Hiçbir iş hakkında «Bunu yarın yapacağım» deme.

— Seyyid Kutub

إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُۚ وَٱذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰٓ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّى لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا ﴿٢٤

Hiç bir şey hakkında da Allah’ın meşiyyetiyle takyid etmeden "ben bunu yarın muhakkak yaparım" deme ve unuttuğun vakit Allah’ı zikret ve şöyle de: ola ki Rabbim beni bundan daha yakın bir vakitta dosdoğru bir muvaffakıyyete îysal buyur.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman da Rabbını an ve şöyle de: Umulur ki Rabbım; beni doğruya daha yakın olana eriştirir.

— İbni Kesir

Ancak, “Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.

— Diyanet İşleri

Meğer ki (özünü) Allahın dilemesi (ne bağlamış olasın). Unutduğun zaman Rabbini an ve (şöyle) de: «Umulur ki Rabbim beni bundan daha yakın bir hayra ve muvaffakiyyete erdirir».

— Hasan Basri Çantay

Bunun yerine, «Allah dilerse (inşaallah) yarın bu işi yapacağım» de. Böyle demeyi unuttuğunda ise Rabb'ini an ve «Umarım ki, beni şimdikinden daha çok doğruya yaklaştırır» de.

— Seyyid Kutub

وَلَبِثُواْ فِى كَهْفِهِمْ ثَلَٰثَ مِاْئَةٍ سِنِينَ وَٱزْدَادُواْ تِسْعًا ﴿٢٥

Onlar kehiflerinde üçyüz sene durdular, dokuz da ziyade ettiler.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onlar mağaralarında üçyüz sene eğleştiler. Buna dokuz daha kattılar.

— İbni Kesir

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.

— Diyanet İşleri

Onlar mağaralarında üç yüz sene eğleşdiler. (Buna) dokuz (yıl) daha katdılar.

— Hasan Basri Çantay

Kimileri derler ki, «O gençler mağarada üçyüz yıl kaldılar.» Buna dokuz daha eklerler.

— Seyyid Kutub

قُلِ ٱللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُواْۖ لَهُۥ غَيْبُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِۖ أَبْصِرْ بِهِۦ وَأَسْمِعْۚ مَا لَهُم مِّن دُونِهِۦ مِن وَلِىٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِى حُكْمِهِۦٓ أَحَدًا ﴿٢٦

Allah, de: ne kadar durduklarını daha iyi bilir, göklerin yerin gaybi onundur, O, öyle güzel görür öyle güzel işitir ki! Bütün onlara ondan başka velâyet eden yoktur, O, kimseyi hükmünde teşrik de etmez.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir, de. Göklerin ve yerin bilinmezlikleri O'na aittir. O ne güzel görendir. O ne güzel işitendir. Bunların O'ndan başka yardımcısı yoktur. O, hiç kimseyi hükmüne ortak yapmaz.

— İbni Kesir

De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”

— Diyanet İşleri

De ki: «Allah, ne kadar eğlendiklerini daha iyi bilendir. Göklerin ve yerin ğaybı (nı bilmek) Ona haasdır. O, ne güzel görendir! Ne güzel işidendir! (Bütün) bunların Ondan başka hiçbir yardımcısı yokdur. O, hiçbir (kimseyi, hiçbir şey'i) hükmüne ortak da yapmaz.

— Hasan Basri Çantay

De ki; «Onların mağarada ne kadar kaldıklarını herkesten iyi bilen Allah'dır. Göklerin ve yeryüzünün sırlarının bilgisi O'nun tekelindedir. O ne güzel görür ve ne güzel işitir. İnsanların O'nun dışında başka bir koruyucuları, başka bir önderleri yoktur ve O egemenliğine hiç kimseyi ortak etmez.»

— Seyyid Kutub

وَٱتْلُ مَآ أُوحِىَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَۖ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَٰتِهِۦ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِۦ مُلْتَحَدًا ﴿٢٧

Öyle de ve Rabbin’den sana vahyolunanı tilâvet eyle, onun kelimatını tebdil edecek yoktur ve ondan başka bir penah bulamazsın.

— Elmalılı Hamdi Yazır

Rabbının kitabından sana vahyolunanı oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.

— İbni Kesir

Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.

— Diyanet İşleri

Rabbinin kitabından sana vahy olunanları oku. Onun sözlerini değişdirebilecek yokdur ve sen Ondan başka asla bir melce' de bulamazsın.

— Hasan Basri Çantay

Sana vahyedilen Rabb'inin kitabını oku. Allah'ın sözlerini hiç kimse değiştiremez ve O'nun dışında sığınabileceğin başka bir kimse bulamazsın.

— Seyyid Kutub

AYARLAR