بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَٰتٖ لِّلۡمُتَوَسِّمِينَ ٧٥
Elbette bunda fikr-u firaseti olanlara âyetler var.
Bunda görebilenler için ayetler vardır.
Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.
Elbette bunda fikr-ü firâseti olanlar için ibretler vardır.
Hiç şüphesiz görüntü aracılığı ile işin özünü kavrayabilenler için bu olayda alınacak birçok dersler vardır.
وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٖ مُّقِيمٍ ٧٦
Hem o harabe yol üstünde duruyor.
O yerler, işlek yollar üzerinde hala durmaktadır.
O şehrin kalıntıları hâlâ mevcut olan bir yol üstünde duruyor.
O (şehrin haraabeleri) hakıykat (herkesin göreceği, Kureyşin işlediği) bir yol üstünde (haalâ) durucudur.
Bu beldenin yıkıntıları halâ işlek olan bir yol üzerindedir.
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗ لِّلۡمُؤۡمِنِينَ ٧٧
Elbette bunda imanı olanlar için bir âyet var.
Muhakkak ki bunda, inananlar için ayetler vardır.
Şüphesiz bunda inananlar için bir ibret vardır.
Bunda îman edenler için muhakkak bir ibret vardır.
Bu yıkıntılarda mü'minler için ibret dersleri vardır.
وَإِن كَانَ أَصۡحَٰبُ ٱلۡأَيۡكَةِ لَظَٰلِمِينَ ٧٨
Hakikaten eshabı eyke de zalimler idi.
Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zalim kimselerdi.
“Eyke” halkı da şüphesiz zalim idiler.
Ashaab-ı Eyke de cidden zaalim (kimse) lerdi.
Eyke halkı da, hiç kuşkusuz zalim kimselerdi.
فَٱنتَقَمۡنَا مِنۡهُمۡ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٖ مُّبِينٖ ٧٩
Onlardan da intikam aldık, ikisi de apaçık önde bulunuyor.
Bunun için onlardan öc aldık. Her ikisi de hala işlek bir yol üzerindedir
Onlardan da intikam aldık. İkisi de (Lût kavminin yaşadığı Sodom ile Şu’ayb kavminin yaşadığı Eyke) belirgin bir anayol üzerinde idiler.
Onun için bunlardan da intikam aldık. (Bu yerlerin) ikisi de apaçık bir yol (üzerinde) dir.
Bu yüzden onlardan da öç aldık; bu beldelerin her ikisi de işlek bir yol üzerindedirler.
وَلَقَدۡ كَذَّبَ أَصۡحَٰبُ ٱلۡحِجۡرِ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ٨٠
Hakikaten eshabı hıcir dahi peygamberi tekzib ettiler.
Andolsun ki Hicr ahalisi de peygamberlerini yalanlamışlardı.
Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.
Andolsun ki ashaab-ı Hicr de peygamberleri tekzîb etmişlerdir.
Hicr vadisinin halkı da gerçekten peygamberleri yalanlamışlardı.
وَءَاتَيۡنَٰهُمۡ ءَايَٰتِنَا فَكَانُواْ عَنۡهَا مُعۡرِضِينَ ٨١
Ve biz onlara âyetlerimizi vermiştik de ondan iraz ediyorlardı.
Onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde yüz çevirmişlerdi.
Biz, onlara âyetlerimizi vermiştik de onlardan yüz çevirmişlerdi.
Biz onlara âyetlerimizi vermişdik de bunlardan yüz çevirici idiler.
Onlara mucizelerimizi gösterdik, fakat onlar yüz çevirdiler.
وَكَانُواْ يَنۡحِتُونَ مِنَ ٱلۡجِبَالِ بُيُوتًا ءَامِنِينَ ٨٢
Dağlardan emniyetli emniyetli evler yontuyorlardı.
Onlar, dağlardan emin evler yontup oyarlardı.
Onlar güven içinde dağlardan evler yontuyorlardı.
Onlar dağlardan emîn, emîn evler yontub oyarlardı.
Onlar dağları oyup güvenli köşkler yapıyorlardı.
فَأَخَذَتۡهُمُ ٱلصَّيۡحَةُ مُصۡبِحِينَ ٨٣
Bunları da sabahleyin sayha tutuverdi.
Sabaha karşı çığlık onları da yakalayıverdi.
Onları da sabaha çıkarlarken o korkunç uğultulu ses yakalayıverdi.
Derken onları dahi sabaha girdikleri sırada o (korkunç) ses yakalayıverdi.
Gün doğarken korkunç bir gürültüye tutuldular.
فَمَآ أَغۡنَىٰ عَنۡهُم مَّا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ ٨٤
De o kesb ede geldikleri şeylerin kendilerine hiç faidesi olmadı.
Binaenaleyh yaptıkları da kendilerine bir fayda sağlamadı.
Kazanmakta oldukları şeyler kendilerine bir fayda vermedi.
Binâen'aleyh kazanageldikleri (irtikâb etdikleri) o şeyler kendilerinden (hiç bir azabı) defi edemedi.
Oydukları köşkler hiçbir işlerine yaramadı.
وَمَا خَلَقۡنَا ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ وَمَا بَيۡنَهُمَآ إِلَّا بِٱلۡحَقِّۗ وَإِنَّ ٱلسَّاعَةَ لَأٓتِيَةٞۖ فَٱصۡفَحِ ٱلصَّفۡحَ ٱلۡجَمِيلَ ٨٥
Öyle ya biz Samavât-ü arzı ve mabeynlerini ancak hakkile halkettik ve elbette saat muhakkak gelecek, şimdi sen safhı cemil ile muamele et. Çünkü Rabbin o öyle hallâk öyle Alim Celâlim Hakk’ı için sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve Kur'an-ı azımi verdik.
Gökleri, yeri ve aralarındakini ancak hak ile yarattık. Kıyamet günü, muhakkak gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran.
Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et.
Gökleri, yeri ve aralarındaki şeyleri biz hak (ve hikmete uygun) olmayarak (şer ve fesadın devam etmesi için) yaratmadık. Elbette o saat gelecekdir. Şimdilik sen aldırış etme, (onlara karşı) güzel (ve tatlı muaamelede) bulun.
Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları bir gerekçeye dayalı olarak yarattık, boşuna yaratmadık. Kıyamet anı kesinlikle gelecektir. O halde onların küstahlıklarını soylu bir umursamazlıkla karşıla.