بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
ذَرۡهُمۡ يَأۡكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلۡهِهِمُ ٱلۡأَمَلُۖ فَسَوۡفَ يَعۡلَمُونَ ٣
Bırak onları yesinler içsinler, zevketsinler, emel, kendilerini egliye dursun, sonra bilecekler.
Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve kendilerini emel, oyalayadursun. Sonra öğreneceklerdir.
Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler.
Bırak onları (kendi hallerine): Yesinler, faydalansınlar (eğlensinler), onlar emel oyalaya dursun. Sonra bilecekler onlar.
Bırak onları yesinler, dünya nimetlerinden yararlansınlar ve ihtirasları ile oyalansınlar, ilerde gerçeği öğreneceklerdir.
وَمَآ أَهۡلَكۡنَا مِن قَرۡيَةٍ إِلَّا وَلَهَا كِتَابٞ مَّعۡلُومٞ ٤
Biz hiç bir memleketi her halde malûm bir yazısı olmaksızın helâk etmedik.
Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik.
Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır.
Biz hiçbir memleketi, onun (levh-i mahfuzda) ma'lûm (ve mukadder) bir yazısı olmaksızın, helak etmedik.
Yok ettiğimiz her beldenin mutlaka uğradığı akıbete ilişkin belirli bir yazısı vardır.
مَّا تَسۡبِقُ مِنۡ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسۡتَـٔۡخِرُونَ ٥
Hiç bir ümmet ecelini ne sebkeder nede geriletebilirler.
Hiç bir ümmetin süresi öne geçmez, geciktiremezler de.
Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.
Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) gecikdirebilirler.
Hiçbir millet ne yokoluş gününü öne alabilir ve ne de yaşama süresini aşabilir.
وَقَالُواْ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِي نُزِّلَ عَلَيۡهِ ٱلذِّكۡرُ إِنَّكَ لَمَجۡنُونٞ ٦
Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler : mutlaka sen mecnunsun!
Dediler ki: Ey kendisine kitab indirilen kişi; sen, mutlaka delisin.
Dediler ki: “Ey kendisine Zikir (Kur’an) indirilen kimse! Sen mutlaka delisin!”
Dediler ki: «Ey kendisine kitâb indirilen (zât), mutlak ve mutlak sen bir mecnunsun»!
Müşrikler dediler ki; «Ey kendisine Kur'an inen adam, sen kesinlikle delinin birisin.»
لَّوۡمَا تَأۡتِينَا بِٱلۡمَلَٰٓئِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ٧
Getirsene o melâikeyi sadıklardan isen!
Doğru söyleyenlerden isen; bize, melekleri getirmeli değil misin?
“Eğer doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene!”
«(Da'vanda) doğru söyleyenlerdendin de bize melekleri getirmeli değil miydin»?
Eğer söylediklerin doğru ise bize melekler ile birlikte gelseydin ya.
مَا نُنَزِّلُ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةَ إِلَّا بِٱلۡحَقِّ وَمَا كَانُوٓاْ إِذٗا مُّنظَرِينَ ٨
Biz o melâikeyi ancak hakk ile indiririz ve o vakit onlara göz açtırılmaz.
Biz, melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da kendilerine mühlet verilmez.
Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez.
Biz o melekleri hak (kın, hikmet ve kaderin bir iktizası) olmadan indirmeyiz. O zaman da kendilerine (ne) mühlet, (ne aman) verilmez.
Oysa biz melekleri ancak gerektiğinde indiririz, o zaman da onlara artık mühlet tanınmaz.»
إِنَّا نَحۡنُ نَزَّلۡنَا ٱلذِّكۡرَ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَٰفِظُونَ ٩
Şüphe yok o zikri biz indirdik biz, her halde biz onu muhafaza da edeceğiz.
Muhakkak ki Kur'an'ı Biz indirdik Biz. Onun koruyucusu da elbet Biziz.
Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.
Kur'ânı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da, şübhesiz ki, biziz.
Bu Kur'an'ı gerçekten biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا مِن قَبۡلِكَ فِي شِيَعِ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٠
Celâlim Hakk’ı için senden önce evvelkilerin şîaları içinde de Resuller gönderdik.
Andolsun ki; senden önce çeşitli milletler içinde de peygamberler göndermiştik.
Ey Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik.
Andolsun, senden mukaddem (gelen) önceki ümmetler içinde de (peygamberler) göndermişizdir.
Ey Muhammed, biz senden önce de eskiden yaşamış çeşitli milletlere peygamberler göndermiştik.
وَمَا يَأۡتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَهۡزِءُونَ ١١
Ve onlara hiç bir Resul gelmiyordu ki onunla istihza eder olmasınlar.
Onlara gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Onlar kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
Onlara her hangi bir peygamber gelmeye dursun ille onunla istihza (alay) ederlerdi.
Bu milletler, kendilerine gelen her peygamberi mutlaka alaya almışlardır.
كَذَٰلِكَ نَسۡلُكُهُۥ فِي قُلُوبِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ ١٢
Biz ona mücrimlerin kalblerinde böyle bir sülûk veririz.
Biz, böylece onu suçluların kalbine sokarız.
Aynı şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız.
Biz böylece o (istihzâyi) günahkârların kalblerine sokarız.
Biz böylece peygamberleri alaya alma huyunu günahkârların kalplerine aşılarız.
لَا يُؤۡمِنُونَ بِهِۦ وَقَدۡ خَلَتۡ سُنَّةُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٣
Ona iman etmezler, halbuki önlerinde evvelkilerin sünneti geçmiştir.
Kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortada iken yine de ona inanmazlar
Önceki milletlerin (helâkine dair Allah’ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur’an’a) inanmazlar.
(Kendilerinden) evvelkilerin (İmansızlıkları ve istihzaları yüzünden ma'ruz kaldıkları felâketler ma'lûm iken ve o gibiler hakkında ilâhî bir) sünnet (ve kanun) da geçmişken yine onlar buna (bu Kur'ana, bu peygambere) inanmazlar.
Onlar Kur'an'a inanmazlar. Oysa daha önceki yoldaşları hakkında ilahi kanun işlemişti.