بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَثُلَّةٞ مِّنَ ٱلۡأٓخِرِينَ ٤٠
ve birçok âhirînden.
Bazıları da sonrakilerdendir.
Bunların birçoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerdendir.
وَأَصۡحَٰبُ ٱلشِّمَالِ مَآ أَصۡحَٰبُ ٱلشِّمَالِ ٤١
Ashâb-ı şimâl ise ne ashâb-ı şimâl!.
Defterleri soldan verilenler. Vay gele başlarına!
Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!
فِي سَمُومٖ وَحَمِيمٖ ٤٢
Bir semûm ve hamîm
Onlar gözeneklerine işleyen kavurucu bir rüzgar önünde ve kaynar su içinde,
Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!..
وَظِلّٖ مِّن يَحۡمُومٖ ٤٣
ve zifirden bir zıll-i mağmûm içinde.
Kara ve boğucu bir dumanın gölgesi altındadırlar.
Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!..
لَّا بَارِدٖ وَلَا كَرِيمٍ ٤٤
Ne serin ne de kerîm.
Ne serinliği ve ne de okşayıcılığı var.
Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifiri bir gölge içinde!..
إِنَّهُمۡ كَانُواْ قَبۡلَ ذَٰلِكَ مُتۡرَفِينَ ٤٥
Çünkü onlar bundan evvel mütrefîn: Keyiflerine düşkün şımarık müsrifîn idiler
Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde azıtmışlardı.
Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.
وَكَانُواْ يُصِرُّونَ عَلَى ٱلۡحِنثِ ٱلۡعَظِيمِ ٤٦
ve büyük cinayete ısrar ediyorlardı.
Büyük günahı (Allah'a ortak koşmayı) işlemekte ısrar ediyorlardı.
Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.
وَكَانُواْ يَقُولُونَ أَئِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابٗا وَعِظَٰمًا أَءِنَّا لَمَبۡعُوثُونَ ٤٧
Ve diyorlardı ki: “Â! Öldüğümüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğumuz vakit mi? Cidden biz mi mutlak ba‘s olunacakmışız?
«Ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz yeniden mi diriltileceğiz?
Diyorlardı ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?"
أَوَءَابَآؤُنَا ٱلۡأَوَّلُونَ ٤٨
Ya evvelki atalarımız da mı?”.
Eski atalarımız da mı?» diyorlardı.
"Evvelki atalarımız da mı?"
قُلۡ إِنَّ ٱلۡأَوَّلِينَ وَٱلۡأٓخِرِينَ ٤٩
De ki: “Muhakkak bütün evvelîn ve âhirîn
De ki: «Öncekiler de, sonrakiler de.»
De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."
لَمَجۡمُوعُونَ إِلَىٰ مِيقَٰتِ يَوۡمٖ مَّعۡلُومٖ ٥٠
lâbüd cem‘ olunacaklar mîkātına mâlum bir günün”.
Belirlenmiş bir günün randevusunda bir araya getirileceklerdir.
De ki: "Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır."