بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَلِسُلَيۡمَٰنَ ٱلرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهۡرٞ وَرَوَاحُهَا شَهۡرٞۖ وَأَسَلۡنَا لَهُۥ عَيۡنَ ٱلۡقِطۡرِۖ وَمِنَ ٱلۡجِنِّ مَن يَعۡمَلُ بَيۡنَ يَدَيۡهِ بِإِذۡنِ رَبِّهِۦۖ وَمَن يَزِغۡ مِنۡهُمۡ عَنۡ أَمۡرِنَا نُذِقۡهُ مِنۡ عَذَابِ ٱلسَّعِيرِ ١٢
Süleyman’ın emrine de rüzgâr verdik: (Hz. Süleyman o rüzgârla) sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol alırdı. Erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Hem Rabbisinin izniyle idaresi altında cinlerden çalışan da vardı. İçlerinden kim emrimizden ayrıldı ise, ona cehennem azabından tattıracağız.
يَعۡمَلُونَ لَهُۥ مَا يَشَآءُ مِن مَّحَٰرِيبَ وَتَمَٰثِيلَ وَجِفَانٖ كَٱلۡجَوَابِ وَقُدُورٖ رَّاسِيَٰتٍۚ ٱعۡمَلُوٓاْ ءَالَ دَاوُۥدَ شُكۡرٗاۚ وَقَلِيلٞ مِّنۡ عِبَادِيَ ٱلشَّكُورُ ١٣
O Cinler, Süleyman’a, köşk ve mescidlerden, şekillerden, havuz gibi (büyük) çanaklardan, sabit (büyük) kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın, ey Davud ailesi şükredin. Kullarım içinde (gereği üzre Allah’a bol bol) şükreden azdır.
فَلَمَّا قَضَيۡنَا عَلَيۡهِ ٱلۡمَوۡتَ مَا دَلَّهُمۡ عَلَىٰ مَوۡتِهِۦٓ إِلَّا دَآبَّةُ ٱلۡأَرۡضِ تَأۡكُلُ مِنسَأَتَهُۥۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ ٱلۡجِنُّ أَن لَّوۡ كَانُواْ يَعۡلَمُونَ ٱلۡغَيۡبَ مَا لَبِثُواْ فِي ٱلۡعَذَابِ ٱلۡمُهِينِ ١٤
Vakta ki Süleyman’a ölümü hükmettik (de bir yıl kadar ölü olarak değneğine dayalı kaldı). Ölümüne işaret eden (bir alâmet) olmadı, ancak bir güve böceği değneğini yiyordu. (Böceğin değneği yemesi sebebiyle) Süleyman yere düşünce, anlaşıldı ki, eğer cinler gaybi (Süleyman’ın ölümünü) bilmiş olsalardı o zilletli azab içinde bekleyib durmazlardı, (inşasına memur edilib de bir yılda zahmetle ikmal ettikleri Beytü’l-Makdis’i inşa etmezlerdi).
لَقَدۡ كَانَ لِسَبَإٖ فِي مَسۡكَنِهِمۡ ءَايَةٞۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٖ وَشِمَالٖۖ كُلُواْ مِن رِّزۡقِ رَبِّكُمۡ وَٱشۡكُرُواْ لَهُۥۚ بَلۡدَةٞ طَيِّبَةٞ وَرَبٌّ غَفُورٞ ١٥
Gerçekten (Yemen’de yaşamış olan) Sebe’ kavmi için, oturdukları yerlerde (kudret ve vahdaniyyetimize delâlet eden) bir alâmet vardı: Sağ ve soldan iki taraflı bahçeler... (peygamberleri onlara şöyle demişti): “- Rabbinizin rızkından yeyin de, O’na şükredin. (Çünkü beldeniz) hoş bir belde; Rabbiniz de, mağfireti çok bir Rab’dır.”
فَأَعۡرَضُواْ فَأَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمۡ سَيۡلَ ٱلۡعَرِمِ وَبَدَّلۡنَٰهُم بِجَنَّتَيۡهِمۡ جَنَّتَيۡنِ ذَوَاتَيۡ أُكُلٍ خَمۡطٖ وَأَثۡلٖ وَشَيۡءٖ مِّن سِدۡرٖ قَلِيلٖ ١٦
Fakat onlar, (peygamberlerin davetini kabulden) yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim vadisinin selini salıverdik ve o güzelim iki taraflı bahçelerini, buruk yemişli, acı meyvalı, dikeni çok ve meyvası az ağaçlardan ibaret iki harab bahçeye çevirdik.
ذَٰلِكَ جَزَيۡنَٰهُم بِمَا كَفَرُواْۖ وَهَلۡ نُجَٰزِيٓ إِلَّا ٱلۡكَفُورَ ١٧
Bunu, onlara, nankörlüklerinin cezası yaptık. Biz nankörlük edenleri ancak böyle cezalandırırız.
وَجَعَلۡنَا بَيۡنَهُمۡ وَبَيۡنَ ٱلۡقُرَى ٱلَّتِي بَٰرَكۡنَا فِيهَا قُرٗى ظَٰهِرَةٗ وَقَدَّرۡنَا فِيهَا ٱلسَّيۡرَۖ سِيرُواْ فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا ءَامِنِينَ ١٨
Biz Sebe’ halkı ile, kendilerine bereket verdiğimiz (Şam ve Ürdün gibi) memleketler arasında arka arakaya şehirler meydana getirmiştik. Oralarda yolculuk için (muayyen yer ve zamanlarda) gidiş geliş takdir eylemiştik. (Kendilerine de şöyle demiştik: “-Geceler ve gündüzler boyu (her istediğiniz zaman) oralarda emniyet içinde yürüyün.”
فَقَالُواْ رَبَّنَا بَٰعِدۡ بَيۡنَ أَسۡفَارِنَا وَظَلَمُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ فَجَعَلۡنَٰهُمۡ أَحَادِيثَ وَمَزَّقۡنَٰهُمۡ كُلَّ مُمَزَّقٍۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَٰتٖ لِّكُلِّ صَبَّارٖ شَكُورٖ ١٩
Buna karşı onlar: “-Ey Rabbimiz! (çok kâr yapabilmemiz için bulunduğumuz bu şehirle, mal getirdiğimiz o bereketli şehir arasındaki mesafeyi), seferlerimizin arasını uzaklaştır.” dediler ve nefislerine zulmettiler. Biz de onları, (kendilerinden sonra gelenlerin dillerinde dolaşan) masallara çevirdik ; ve kendilerini (başka yerlere göç suretiyle) darma dağınık ettik. Şübhesiz ki bunda, çok şükreden her sabırlı için ibretler vardır.
وَلَقَدۡ صَدَّقَ عَلَيۡهِمۡ إِبۡلِيسُ ظَنَّهُۥ فَٱتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقٗا مِّنَ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٢٠
Gerçekten İblis, insanlar aleyhindeki, (muhakkak onları azdıracağım) vaadini yerine getirdi. Onun için, müminlerden ibaret bir fırkadan başkası, İblis’e tâbi oldular.
وَمَا كَانَ لَهُۥ عَلَيۡهِم مِّن سُلۡطَٰنٍ إِلَّا لِنَعۡلَمَ مَن يُؤۡمِنُ بِٱلۡأٓخِرَةِ مِمَّنۡ هُوَ مِنۡهَا فِي شَكّٖۗ وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٍ حَفِيظٞ ٢١
Halbuki İblis’in insanlar üzerinde hiç bir kudreti yoktu; fakat biz ahirete imanı olanla, onda şübhe edeni ayırd etmek için (İblis’e bu müsaadeyi verdik). Senin Rabbin her şeyi gözetleyendir.
قُلِ ٱدۡعُواْ ٱلَّذِينَ زَعَمۡتُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ لَا يَمۡلِكُونَ مِثۡقَالَ ذَرَّةٖ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَلَا فِي ٱلۡأَرۡضِ وَمَا لَهُمۡ فِيهِمَا مِن شِرۡكٖ وَمَا لَهُۥ مِنۡهُم مِّن ظَهِيرٖ ٢٢
(Ey Rasûlüm, o müşriklere) De ki: “- Allah’ı bırakıb da o ilâh zannettiklerinize (putlarınıza) istediğiniz kadar yalvarın durun. Onların ne göklerde, ne yerde zerre mikdarınca (size fayda vermeğe) güçleri yetmez. O ilâhların, bu yer ile göklerde bir ortaklıkları yok; Allah’ın da onlardan bir yardımcısı yok...”