بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعۡبُدُ مِن دُونِ ٱللَّهِۖ إِنَّهَا كَانَتۡ مِن قَوۡمٖ كَٰفِرِينَ ٤٣
Mukaddemâ Allah’tan başka taptığı şeyler ona mâniʿ olmuştu, çünkü kâfir bir kavimden idi.
قِيلَ لَهَا ٱدۡخُلِي ٱلصَّرۡحَۖ فَلَمَّا رَأَتۡهُ حَسِبَتۡهُ لُجَّةٗ وَكَشَفَتۡ عَن سَاقَيۡهَاۚ قَالَ إِنَّهُۥ صَرۡحٞ مُّمَرَّدٞ مِّن قَوَارِيرَۗ قَالَتۡ رَبِّ إِنِّي ظَلَمۡتُ نَفۡسِي وَأَسۡلَمۡتُ مَعَ سُلَيۡمَٰنَ لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٤٤
“Köşke gir” denildi ona, derken onu görünce derin bir su sandı ve paçalarından çemrendi. Süleyman “o” dedi, “mücellâ bir köşk, sırçadan.” Kadın “yâ Rab!” dedi, “hakikaten ben evvel nefsime zulmetmişim, şimdi Süleyman’ın maiyyetinde teslim oldum Allah’a, O Rabbü’l-âlemîn’e”.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَآ إِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمۡ صَٰلِحًا أَنِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ فَإِذَا هُمۡ فَرِيقَانِ يَخۡتَصِمُونَ ٤٥
Celâlim hakkı için, Allah’a ibadet edin diye, Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i göndermiştik. Derken bunlar iki fırka oldular çekişiyorlardı.
قَالَ يَٰقَوۡمِ لِمَ تَسۡتَعۡجِلُونَ بِٱلسَّيِّئَةِ قَبۡلَ ٱلۡحَسَنَةِۖ لَوۡلَا تَسۡتَغۡفِرُونَ ٱللَّهَ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ ٤٦
“Ey benim kavmim!” dedi, “niçin haseneden önce seyyieyi iviyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine nâil olursunuz”.
قَالُواْ ٱطَّيَّرۡنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَۚ قَالَ طَٰٓئِرُكُمۡ عِندَ ٱللَّهِۖ بَلۡ أَنتُمۡ قَوۡمٞ تُفۡتَنُونَ ٤٧
“Biz, sen ve maiyyetindekiler ile teşe’’üm ettik” dediler; “sizin” dedi, “şeâmetinizin sebebi Allah’a mâlum. Doğrusu siz öyle bir kavimsiniz ki imtihan olunuyorsunuz”.
وَكَانَ فِي ٱلۡمَدِينَةِ تِسۡعَةُ رَهۡطٖ يُفۡسِدُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَلَا يُصۡلِحُونَ ٤٨
Şehirde dokuz çete vardı, hep arzda fesad yaparlar, salâha yaramazlardı.
قَالُواْ تَقَاسَمُواْ بِٱللَّهِ لَنُبَيِّتَنَّهُۥ وَأَهۡلَهُۥ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّهِۦ مَا شَهِدۡنَا مَهۡلِكَ أَهۡلِهِۦ وَإِنَّا لَصَٰدِقُونَ ٤٩
Allah’a yeminleşerek kavlettiler, “and olsun ona ve ehline bir gece baskını yapalım, sonra da velîsine yemin edelim, ʿbiz onun helâkine şâhid olmadık’ diyelim, şüphesiz sözümüz sözdür, sâdıkızdır” dediler.
وَمَكَرُواْ مَكۡرٗا وَمَكَرۡنَا مَكۡرٗا وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ ٥٠
Böyle bir mekir kurdular, hâlbuki haberleri yok Biz de bir mekir kurmuştuk.
فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ مَكۡرِهِمۡ أَنَّا دَمَّرۡنَٰهُمۡ وَقَوۡمَهُمۡ أَجۡمَعِينَ ٥١
Şimdi bak, mekirlerinin âkıbeti nasıl oldu? Kendilerini ve kavimlerini toptan tedmir ediverdik.
فَتِلۡكَ بُيُوتُهُمۡ خَاوِيَةَۢ بِمَا ظَلَمُوٓاْۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَةٗ لِّقَوۡمٖ يَعۡلَمُونَ ٥٢
Daha evleri çökmüş, zulümleri yüzünden bomboş, şüphe yok bunda ilim şânından olan bir kavim için ibret alacak bir âyet var.
وَأَنجَيۡنَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ ٥٣
Hâlbuki iman edip korunur olanları necâta çıkardık.