بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَإِذۡ قُلۡنَا لِلۡمَلَٰٓئِكَةِ ٱسۡجُدُواْ لِأٓدَمَ فَسَجَدُوٓاْ إِلَّآ إِبۡلِيسَ كَانَ مِنَ ٱلۡجِنِّ فَفَسَقَ عَنۡ أَمۡرِ رَبِّهِۦٓۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُۥ وَذُرِّيَّتَهُۥٓ أَوۡلِيَآءَ مِن دُونِي وَهُمۡ لَكُمۡ عَدُوُّۢۚ بِئۡسَ لِلظَّٰلِمِينَ بَدَلٗا ٥٠
Yine hatırla o vakti ki, biz meleklere: “- Âdem için secde edin.” Demiştik de hemen secde etiler; yalnız İblis, cinden idi de Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi (ey insanoğulları), beni bırakıp da İblis’i ve ona bağlıları kendinize dostlar edinir misiniz ki, onların hepsi size düşmandır. (Bunu yapmak), zalimler için ne fena bir değişmedir!...
۞ مَّآ أَشۡهَدتُّهُمۡ خَلۡقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلَا خَلۡقَ أَنفُسِهِمۡ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ ٱلۡمُضِلِّينَ عَضُدٗا ٥١
Ben (Azîmü’ş-şân) İblis ve yaranını, ne göklerle yerin yaradılışında, ne de kendilerinin yaradılışında şâhid tutmadım; ve hiç bir zaman (insanları) sapıtanları yardımcı edinmiş değilim.
وَيَوۡمَ يَقُولُ نَادُواْ شُرَكَآءِيَ ٱلَّذِينَ زَعَمۡتُمۡ فَدَعَوۡهُمۡ فَلَمۡ يَسۡتَجِيبُواْ لَهُمۡ وَجَعَلۡنَا بَيۡنَهُم مَّوۡبِقٗا ٥٢
O kıyamet günü Allah kâfirlere şöyle buyuracak: “- Ortaklarım ve şefaatçılarınız diye zannettiğiniz putlarınızı çağırın.” Hemen çağırmış olurlar yakarırlar, fakat onlara cevap vermemiş bulunurlar. Biz, kâfirlerle ilâhları arasına ateşten bir vadi kurarız.
وَرَءَا ٱلۡمُجۡرِمُونَ ٱلنَّارَ فَظَنُّوٓاْ أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمۡ يَجِدُواْ عَنۡهَا مَصۡرِفٗا ٥٣
Günahkârlar, ateşi görmüşler de artık ona düşeceklerini anlamışlardır; fakat ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır.
وَلَقَدۡ صَرَّفۡنَا فِي هَٰذَا ٱلۡقُرۡءَانِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٖۚ وَكَانَ ٱلۡإِنسَٰنُ أَكۡثَرَ شَيۡءٖ جَدَلٗا ٥٤
Celâlim hakkı için biz, bu Kur’ân’da insanlara (muhtaç oldukları) her çeşit misali açık olarak verdik. İnsan ise, bâtıl ile düşmanlık ve münakaşa etmekte her şeyden fazladır.
وَمَا مَنَعَ ٱلنَّاسَ أَن يُؤۡمِنُوٓاْ إِذۡ جَآءَهُمُ ٱلۡهُدَىٰ وَيَسۡتَغۡفِرُواْ رَبَّهُمۡ إِلَّآ أَن تَأۡتِيَهُمۡ سُنَّةُ ٱلۡأَوَّلِينَ أَوۡ يَأۡتِيَهُمُ ٱلۡعَذَابُ قُبُلٗا ٥٥
İnsanlara Peygamber ve Kur’ân geldiği zaman, onları iman etmekten ve Rablerine mağfiret dilemekten alıkoyan, ancak kendilerine evvelkilerin sünnetinin (helâk edilenlerin ibret sahnesinin) gelmesini veya ahiret azabının ansızın gözgöre gelip çatmasını beklemek olmuştur.
وَمَا نُرۡسِلُ ٱلۡمُرۡسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَۚ وَيُجَٰدِلُ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِٱلۡبَٰطِلِ لِيُدۡحِضُواْ بِهِ ٱلۡحَقَّۖ وَٱتَّخَذُوٓاْ ءَايَٰتِي وَمَآ أُنذِرُواْ هُزُوٗا ٥٦
Halbuki biz, peygamberleri ancak (iman edenleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennem’le) korkutucu olmak üzere göndeririz. Küfredenler ise, hakkı (Kur’ân’ı), bâtıl ile kaydırıp gidermek için mücadele ediyorlar. Âyetlerimizi ve korkutuldukları azabı da eğlence yerine tuttular.
وَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِـَٔايَٰتِ رَبِّهِۦ فَأَعۡرَضَ عَنۡهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتۡ يَدَاهُۚ إِنَّا جَعَلۡنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ أَكِنَّةً أَن يَفۡقَهُوهُ وَفِيٓ ءَاذَانِهِمۡ وَقۡرٗاۖ وَإِن تَدۡعُهُمۡ إِلَى ٱلۡهُدَىٰ فَلَن يَهۡتَدُوٓاْ إِذًا أَبَدٗا ٥٧
Rabbisi âyetleriyle nasihat edilip de, onlardan yüz çeviren ve daha önce yaptığı günahları unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Biz, onların kalbleri üzerine, Kur’ân’ı (gerçeği) anlamalarına engel bir takım perdeler çektik ve kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları doğru yola dâvet etsen de, bu halde, ebediyyen hidayete gelmezler.
وَرَبُّكَ ٱلۡغَفُورُ ذُو ٱلرَّحۡمَةِۖ لَوۡ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُواْ لَعَجَّلَ لَهُمُ ٱلۡعَذَابَۚ بَل لَّهُم مَّوۡعِدٞ لَّن يَجِدُواْ مِن دُونِهِۦ مَوۡئِلٗا ٥٨
Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer Allah, onları, yaptıkları günahlar yüzünden yakalayıverecek olsaydı, haklarında azabı hemen verirdi. Fakat onlar için vaad edilen bir azap vakti vardır ki, o geldiği zaman, Allah’ın azabından bir kurtuluş yeri bulamazlar.
وَتِلۡكَ ٱلۡقُرَىٰٓ أَهۡلَكۡنَٰهُمۡ لَمَّا ظَلَمُواْ وَجَعَلۡنَا لِمَهۡلِكِهِم مَّوۡعِدٗا ٥٩
İşte geçmiş zamanlardaki memleketleri!... Onların halkını, yaptıkları zulüm sebebiyle helâk ettik ve bunların helâkleri için de belirli bir vakit tayin eyledik.
وَإِذۡ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَىٰهُ لَآ أَبۡرَحُ حَتَّىٰٓ أَبۡلُغَ مَجۡمَعَ ٱلۡبَحۡرَيۡنِ أَوۡ أَمۡضِيَ حُقُبٗا ٦٠
Bir vakit Mûsa, hizmetinde bulunan gencine şöyle demişti: “- İki denizin birleştiği yere (Boğaza) varıncaya kadar (Hızır Aleyhisselâma kavuşmak için) gideceğim, yahud senelerce gideceğim.”