بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
هَمَّازٖ مَّشَّآءِۭ بِنَمِيمٖ ١١
gammaz, koğuculukla gezer.
Herkesi kınayan, söz götürüp getiren.
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
مَّنَّاعٖ لِّلۡخَيۡرِ مُعۡتَدٍ أَثِيمٍ ١٢
Hayır engeli, mütecaviz vebal yüklü
Hayra engel olan, saldırgan, günahkar.
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
عُتُلِّۭ بَعۡدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ ١٣
zobu, sonra da takma (zenîm).
Kaba, sonra da soysuz, alçak.
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
أَن كَانَ ذَا مَالٖ وَبَنِينَ ١٤
Mal sahibi olmuş ve oğulları var diye.
Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış)
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
إِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٥
Karşısında âyetlerimiz okunurken “eskilerin masalları” dedi.
Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: «Eskilerin masalları» dedi.
Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der.
سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلۡخُرۡطُومِ ١٦
Haberiniz olsun ki Biz onlara belâ vermişizdir.
Biz yakında onun burnuna damga vuracağız.
Yakında biz onun burnunu damgalayacağız.
إِنَّا بَلَوۡنَٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِينَ ١٧
O bağ sâhiplerini belâlandırdığımız gibi; o sıra ki yemin etmişlerdi, sabah olunca onu mutlaka devşireceklerdi.
Biz, vakti ile «bahçe sahiplerini» sınadığımız gibi, onları da sınadık. Hani onlar (bahçe sahipleri) sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin etmişlerdi.
Şüphesiz biz, vaktiyle "bahçe sahipleri"ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkarcılara) da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
وَلَا يَسۡتَثۡنُونَ ١٨
Bir istisnâ da yapmıyorlardı.
Onlar istisna da etmiyorlardı.
(Bunu tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. ("İnşaallah" demiyorlardı.)
فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ ١٩
Derken ona Rabbinden bir dolaşan dolaşıvermişti, onlar uyuyorlardı.
Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de.
Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
فَأَصۡبَحَتۡ كَٱلصَّرِيمِ ٢٠
Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti.
Bahçe simsiyah olmuştu.
Böylece bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
فَتَنَادَوۡاْ مُصۡبِحِينَ ٢١
Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler:
Sabahleyin birbirlerine seslendiler.
Derken, sabahleyin birbirlerine, "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye seslendiler.