Sûrenin Adı
Sure adını, dördüncü ayetinden almıştır.
Nüzul Zamanı
Surenin, muhtelif zamanlarda nazil olan fakat konu beraberliği ve benzerliği bakımından biraraya toplanmış olan ilahi emir ve hükümleri içine aldığı, hem rivayetlerden, hem de surenin konularından anlaşılmaktadır. Bununla birlikte surenin içindeki emir ve hükümlerin Medine döneminin son zamanlarında nazil olduğu de belli olmaktadır. Mesela 4. ayetle ilgili olarak bütün müfessirler; "Temim kabilesinden gelen heyetin adamlarının, Peygamberimizin mübarek hanımlarının bulunduğu odaların arkasından Peygamberimizi yüksek sesle çağırmaları üzerine nazil olmuştur", demektedirler. Bütün siyer ve İslam tarihi kitapları da bu heyetin gelişini H.9. sene olarak haber vermektedirler. Ve yine surenin 6. ayetinde; Peygamberimiz tarafından zekatlarını toplamak üzere Mustalik oğullarına gönderilen Velid b. Ukbe hakkında indiği birçok hadis rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Velid b. Ukbe'nin de Mekke'nin fethi olayında müslüman olduğu kesin olarak bilinmektedir.
Konu
Surenin konusu; müslümanlara iman sahiplerinin şanına ve adına layık olan edep ve terbiyenin öğretilmesidir. İlk beş ayette; müslümanların Allah ve Peygamberi hakkında gözönünde bulundurmaları gereken edep ve saygı anlatılmaktadır.
Daha sonra her haberin araştırılması, gerçek olup olmadığının soruşturulması, bu yapılmadan harekete geçilmesinin uygun olmayacağı ihtar edilmekte, bir kişi, millet veya kabile hakkında bir haber alınmış ise haber kaynağının sağlam olup delilleriyle incelenmesi gerektiğinin, haber kaynağı olan kişi güvenilir değilse, harekete geçmeden önce haberin kendisinin doğru olup olmadığının iyice incelenmesi gerektiği tavsiye edilmektedir.
Daha sonra, müslümanlardan iki grubun savaşması halinde diğer müslümanların bu konuda tutumlarının nasıl olması gerektiği açıklanmaktadır. Arkasından sosyal hayatı berbat eden ve müslümanlar arasındaki ilişkileri bozup zedeleyen kötülüklerden müslümanların sakınması gerektiğini ısrarla ve te'kitle vurgulayan emirler buyurulmaktadır.
Bir kişiyle alay etmenin, birbirini kötülemenin, birbirine kötü lakablar takmanın, kötü zanlarda bulunmanın, başkalarının durumunu ve hayatlarının gizli yönlerini araştırıp soruşturmanın, insanları arkasından çekiştirmenin -ki bunlar bizatihi günah olan ve toplum düzenini bozan şeylerdir- haram olduğunu teker teker sayarak belirtmektedir.
Bunun ardından; bütün insanlığı felakete sürükleyen, dünya çapında huzursuzluğa sebep olan ırk ve soy imtiyazlarına darbe indirmekte; millet, kabile ve ailelerin şan ve şöhretleriyle öğünmeleri, başkalarını kendilerinden aşağıda görmeleri, kendi üstünlüklerini devam ettirebilmek için diğerlerini çiğnemeleri, dünyayı zulüm ve haksızlıkla dolduran ana sebepler olarak zikrediliyor.
Allah Teala küçücük bir ayette bütün insanların bir tek asıldan yaratıldığını, millet ve kabilelere ayrılmalarının övünmeleri için değil tanınmaları için olduğunu bildirerek ırkçılık pisliğinin kökünü kazımıştır. İnsanın insana ahlak değerleri (takva) dışında bir üstünlüğünün olamayacağını, aksi bir iddianın sağlam bir temeli olmayacağını insan mantığına yerleştirmiştir.
Ve nihayet insanlığa, önemli olanın iman davasının dilde olmayıp, kalblerinde Allah ve Rasûlü'ne sağlam bir iman taşıyarak, ameli olarak Allah'ın emirlerini uygulamaya devam etmek, ihlas ve samimiyetle Allah yolunda canla, malla mücadele etmek olduğu bildirilmekte ve hakiki mü'minlerin bu yolu seçenler olduğu anlatılmaktadır.
Kalble tasdik etmeyip sadece dilleriyle müslüman olduklarını iddia eden, bundan sonra sanki müslüman olmakla başkalarına iyilik yapıp, minnet altında bırakmış gibi davranan insanlara gelince; bu insanlar dünya hayatında müslüman sayılabilir ve toplum düzeni içinde kendilerine müslamanca davranılabilir. Fakat Allah katında onlar asla müslüman değillerdir.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an