Sûrenin Adı
Surenin ilk kelimesi (Abese) bu sûrenin adı olmuştur.
Nüzul Zamanı
Bu sûrenin esbab-ı nüzulu hakkında görüş bildiren müfessir ve muhaddisler, aşağıda zikredilen hâdisenin bu sûrenin
nüzuluna neden olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.
Birgün Rasûlullah (s.a) Mekke'nin ileri gelenlerine İslâm'ı tebliğ ediyor ve onları ikna edebilmek için oldukça
gayret sarfediyordu.. Bu sırada bir âmâ olan Hz. İbn Ummu Mektum (r.a) çıkagelerek, Rasûlullah'tan (s.a.) İslâm
hakkında bilgi vermesini istedi. Rasûlullah (s.a) ise, Ummu Mektum'un araya girmesinden hoşlanmayarak yüzünü çevirdi ve
bu olay üzerine de Abese Sûresi nazil oldu. Şu nedenlerden ötürü, bu sûrenin nüzul zamanını tespit etmek bizim için
kolay olmuştur.
Birincisi, İbni Kesir bu konuyu izah ederken, Ummu Mektum (r.a) için 'Mekke'de İslâm'ı ilk kabul edenlerdendi'; İbn
Hacer de, 'Hz. Ummu Mektum (r.a) ilk Müslümanlardandır' demektedirler.
İkincisi, bazı hadîslere göre, o vakitlerde Ummu Mektum (r.a) hâlâ müslüman olmamıştı ama Hakk'a susamış biri olarak
İslâm'a sempati duyuyordu. Zaten Rasûlullah'a (s.a) gelişinin nedeni de buydu. Hz. Aişe'nin (r.a) açıklamasına göre
Ummu Mektum (r.a), "Ya Rasûlullah, (s.a.) bana doğru yolu göster" demiştir. (Tirmizi, Hakim, İbni Hibban, İbn Cerir,
Ebu Yâlâ) Hz. Abdullah İbn Abbas'tan (r.a) rivayet edildiğine göre ise, Ummu Mektum (r.a) Kur'an'ın bir ayetinin
anlamını sormak istediğinde, "Ya Rasûlallah! Allah'ın (c.c.) sana öğrettiklerinden bana da öğret" demiştir. (İbni
Cerir, İbn Ebî Hatim)
Bu açıklamalar Hz. Ummu Mektum'un (r.a) Hz. Muhammed'i (s.a) Allah'ın (c.c.) Rasûlü olarak kabul ettiğini
göstermektedir. Başka bir görüşü temsil eden İbni Zeyd Surenin 3. ayetini (Ne bilirsin belki de o arınacak?) "Ne
bilirsin belki de o İslâm'ı kabul edecek?" şeklinde anlıyordu. Nitekim Allah (c.c), 'Ne bilirsin belki de o arınacak?
Yahut öğüt alacak ta öğüt kendisine yarayacak' ve 'Fakat koşarak sana gelen, korkarak gelmişken sen onunla
ilgilenmiyorsun.' ayetlerini inzal etmiştir. Bu ayetler Ummu Mektum (r.a) 'ın içinde şiddetli bir isteğin olduğuna
işaret etmektedir. Yine Hz. Muhammed'in (s.a) hidayetin kaynağı olduğuna ve kendisinin de hidayeti ancak onun
yardımıyla bulabileceğine inanmış olduğu aşikârdır. Onun bu hâli kendisine tebliğ yapıldığı takdirde, bu tebliğden
istifade edeceğine delâlet etmektedir.
Üçüncüsü, Rasûlullah'ın (s.a) yanında o zaman Utbe, Şeybe, Ebu Cehil, Ümeyye bin Halef, Ubbi bin Halef gibi İslâm'ın
en şiddetli düşmanları vardı. Bunlar bize Rasûlullah'ın (s.a) kâfirlerle ilişkisinin tamamen kesilmediğini ve onlarla
hâlâ görüştüğünü göstermektedir. Böylece Abese Suresi'nin İslâm'ın ilk devirlerinde nâzil olduğunu anlıyoruz.
Konu
Surenin ilk ayetlerinden, Allah Teâlâ'nın, Hz. Muhammed'i (s.a) bir âmâya önem vermeyip, Mekke'nin ileri gelenlerine
yöneldiği için azarladığı anlaşılmaktadır. Ancak sûrenin tümü birlikte müteâlâ edildiğinde, bu azarlamanın hedefinin
Mekke'nin ileri gelen kâfirlerinin olduğu anlaşılır. Bu kâfirler Rasûlullah'ın (s.a) tebliğ ettiği Hakk'ı nefretle
reddediyorlar ve büyüklenerek, inatla Hak'tan yüzçeviriyorlar. Ayrıca sûrede Rasûlullah'ın (s.a) tebliğinde eksik
bıraktığı yönlere değiniliyor. Çünkü Rasûlullah (s.a) tebliğinin başlangıcında her ihlâslı davetçi gibi, "Eğer Mekkeli
ileri gelenler İslâm'ı kabul edecek olurlarsa İslâm daha çabuk yayılma imkânı bulur, fakat özürlü bir insanın topluma
pek tesiri olamayacağından dolayı, İslâm'ın yayılışına fazla katkısı olmaz" şeklinde düşünüyordu. İşte bu nedenlerden
ötürü Rasûlullah (s.a) Mekke'nin ileri gelenlerini ikna edebilmek için daha çok gayret gösteriyordu. Ancak bu, hâşâ
Rasûlullah'ın (s.a) zenginlere daha fazla hürmet ve tazimde bulunduğu, fakir ve özürlü kimseleri ise hor gördüğü
anlamına gelmez. Allah (c.c) daha vahyin ilk nazil olduğu dönemlerde, Rasûlü'nü bu tür bir tebliğ tarzının yanlış
olduğu konusunda uyarmıştır. Dolayısıyla İslâm için önemli olan o kimselerin Hakk'a susamışlığıdır, fakir ya da özürlü
olmaları değil. Hak'tan yüzçeviren bir kimse ne kadar değerli, tahsilli olursa olsun ve topluma tesiri ne kadar çok
olursa olsun onun İslâm nazarında hiçbir değeri yoktur. İşte bundan ötürü, fark gözetmeksizin herkese İslâm'ı tebliğ et
ve o kimselerin Hakk'ı kabul etmelerinin daha önemli olduğunu aslâ unutma! Senin gibi yüce bir makamda bulunan bir
davetçiye böyle bir tavır yakışmaz. Sen o kafirlere bu kadar çok önem verirsen, büyüklenirler ve onlar sana değil sen
onlara muhtaçsın zannederler.
Surenin 10. ayetine kadar bu konu üzerinde durulmuştur. 17. ayetle birlikte ise, Rasûlullah'ın (s.a) davetine karşı
koyan Mekkeli müşriklere doğrudan doğruya hitap edilmektedir. Ayetler onları, kendilerini yaratan ve rızk veren Allah'a
(c.c) karşı geldikleri ve O'nun elçisini yalanladıkları için kınıyor. Surenin sonunda da, bu davranışlarından ötürü
kıyamet gününde dehşetli bir sonla karşılaşacakları hatırlatılarak tehdit ediliyor.
Kaynak: Mevdûdî - Tefhimu'l Kur'an