بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ٱلْجَوَارِ ٱلْكُنَّسِ ﴿١٦﴾
Akıb akıb yuvalarına giden (yıldız) lara,
وَٱلَّيْلِ إِذَا عَسْعَسَ ﴿١٧﴾
Karanlığa yöneldiği zaman geceye,
وَٱلصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ ﴿١٨﴾
Nefeslendiği dem sabaha ki,
إِنَّهُۥ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ ﴿١٩﴾
Şüphesiz, muhakkak o (Kur'an) çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelâmdır.
ذِى قُوَّةٍ عِندَ ذِى ٱلْعَرْشِ مَكِينٍ ﴿٢٠﴾
(Bir elçi ki) çetin bir kudrete mâliktir. Arşın saahibi (olan Allah) nezdinde çok i'tibarlıdır.
مُّطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ ﴿٢١﴾
Orada kendisine itaat olunandır, bir emindir.
وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ ﴿٢٢﴾
Sizin saahibiniz bir mecnun değil.
وَلَقَدْ رَءَاهُ بِٱلْأُفُقِ ٱلْمُبِينِ ﴿٢٣﴾
Andolsun ki O (saahibiniz) onu apaçık ufukda görmüşdür.
وَمَا هُوَ عَلَى ٱلْغَيْبِ بِضَنِينٍ ﴿٢٤﴾
O gaybden dolayı asla suçlu da değildir.
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَٰنٍ رَّجِيمٍ ﴿٢٥﴾
O (Kur'an) da taşlanmış (koğulmuş) bir şeytanın sözü değil.
فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ ﴿٢٦﴾
O halde nereye gidiyorsunuz?